Avrupa'da İslâm söz konusu olduğunda çifte standart/iki yüzlü politik yaklaşımlar devreye sokulmaktadır.
Danimarkalı aşırı sağcı siyasetçi Paludan'ın Kur'an yakmasına tepkiler sürerken 33 yıl Avrupa'da yaşamış gazeteci yazar Hazım Koral ile İslamofobiyi konuştuk. Paludan'ın Kur'an'a ve dolayısıyla Müslümanlara saygısızlığı sonrası Avrupa'nın tutumuna da değindiğimiz röportajda Koral, İslam ülkelerinin gerektiği ölçüde tepki göstermediğini söyledi. Bu tür nefret içerikli saldırıların "ifade özgürlüğü" ile ilişkisine de değinerek Avrupa'da yaşayan Müslümanların bu gibi durumlar karşısında neler yapmaları gerektiği konusunu da ele aldık. Çeşitli televizyon programlarında konuya ilişkin yorumlarda bulunan Koral ile Paludan'ın saldırısı ve İslamofobi konulu röportajımız:
Hazım bey Avrupa'dan sürekli İslamofobi haberleri alıyoruz. Ancak polis korumasında Kur'an yakılması olayın rengini biraz daha değiştiriyor. Geçtiğimiz günlerde İsveç'te Danimarkalı siyasetçi Rasmus Paludan'ın Kur'an yakmasına ne yazık ki şahit olduk. Üstelik bu çirkin eylemi ilk de değildi, neler söylersiniz?
Bu tür olayları iki boyutlu değerlendirmek gerektiği kanaatindeyiz. Birincisi, Avrupa ülkelerinde uzun süredir sürdürülen İslâmofobi'yi yaygınlaştırma çabalarının tesirinde kalan bazı akl-ı evvellerin yaptığı eylem. Bu gibiler bilmediği, tanımadığı dinin kendilerine empoze edildiği şekliyle, yani İslâm'ı kötü ve nefreti hak eden bir din olarak gördükleri için "şiddete tahrik olmuş duygularının tesirinde kalarak" yaptıkları son derece cahilce münferit eylemlerdir. Tıpkı Sevgili Peygamberimiz'in Taif'te cahil ayaktakımı gençler tarafından taşlanma hadisesi gibi. Bunlar kısmen mazur görülebilir. Nitekim Allah Resulü de Taif'de öyle davranmıştı. Fakat ikinci perspektife gelince, bunlar çağdaş Kâ'b b. Eşref kategorisinde değerlendirilmeli. Bildiğiniz üzere "Asr-ı Saadet" döneminde Yahudi asıllı Kâ'b b. Eşref adında bir melun bilerek/kasıtlı ve sürekli olarak yazdığı şiirlerle Sevgili Peygamberimiz'i ve onun nezdinde yüce dinimizi hicvedip aşağılıyor ve tahkiratta bulunuyordu.
Ayrıca bu fitneci şahıs Medine'den bir grup arkadaşıyla Mekke'ye gidiyor ve Ebu Süfyan ile görüşüp Müslümanlara/Medine İslâm devletine karşı savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Elbette bu yapılan sinsi ve alenî entrikalar karşılıksız kalmaması gerekiyordu ve nitekim Allah Resulü'nün görevlendirdiği bir grup genç bu fitnecinin cezasını kesip onu tesirsiz hâle getirmişlerdi.
Şimdilerde Danimarka kökenli olan aşırı sağcı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan isimli alçak bir siyasetçiyi Stockholm Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim'i yakarken görüyoruz. Ne gariptir ki bu melun düşünce özgürlüğü adına İsveç hükümetinden destek görüyor. Aslında İsveç hükümeti düşünce özgürlüğünü bahane olarak kullanıyor. Zira Avrupa ülkeleri büyük şeytan ABD'nin ve Siyonizm'in güdümünde hareket etmektedir. Burada kasıtlı bir kışkırtıcılık söz konusu. Bu densiz kişi Stockholm Türkiye Büyükelçiliği önünde eylem yapacağı zaman, İsveç hükümeti polis ve emniyet güçlerini harekete geçirip olay yerine sevk ediyor ve o bölgeyi demir bariyerlerle ve bantlarla çevreleyip güvenlik altına alıyor. Ki adam rahat bir şekilde bildiri okuyup mukaddesatımıza saldırsın ve kutsal kitabımız Kûr'ân-ı Kerim'i yaksın. Bakınız, bu olaydan hemen birkaç gün sonra bu sefer Hollanda'da İslâm düşmanı Pegida Örgütü lideri Edwin Wagensveld isimli alçak eline Kûr'ân'ı alıp sayfalarını yırtıyor, sonra hışımla ayaklarının altına alıp çiğniyor ve ardından büyük bir iştiyak içerisinde yakma eylemini gerçekleştiriyor.
Biz bu iki eylemin sinsice tasarlanmış bir proje olduğu kanaatindeyiz. Bunun da iki nedeni var. Birincisi, küresel güçler ve bunların piyonluğunu yapan AB ülkelerinin başındaki kukla yöneticiler Avrupa'da yaygınlaşmakta olan İslâm'dan rahatsız oluyorlar ve buna istinaden medya vasıtasıyla İslâmofobi'yi toplumlarına empoze etmeye çalışıyorlar. Bu şeytanlığı devreye sokarken daha etkili olsun diye parti ve örgüt liderlerine bu eylemi yaptırıyorlar. İkinci amaçları ise Müslüman halklar nezdinde İslâm'ın yükselen imajını sarsmaya çalışıyorlar. Küresel güçleri en çok rahatsız eden hususlardan biri ise İslâm coğrafyalarındaki nüfus alanlarını İslâm Cumhuriyeti'nin medar-ı iftiharı olan "Direniş Cephesi"ne kaptırıyor olmalarıdır. Onlar, muvaffak olamayacakları bir işe girişmişler ama farkında değiller. "De ki: 'Ey kâfirler yenileceksiniz ve topluca cehenneme sürüleceksiniz."
(Al-i İmrân: 12)
Türkiye ve diğer İslam ülkelerinden ciddi tepkiler geldi. Fakat Paludan kendisine 'terörist' diyen Çeçenistanlı Hamzat Çimayev'e yanıt olarak Rus büyükelçiliği önünde yine Kur'an yakacağını belirtti. Bu tepkilere rağmen bu yanıtını nasıl yorumlarsınız? İslam ülkelerinin tepkileri bu anlamda yetersiz mi kalıyor?
Evet, mukaddesatımıza yönelik bu alçakça saldırılara karşılık birçok İslâm beldesinde STK'lar tarafından organize edilen protesto mitingleri yapıldı. İnsanlarımız büyük kitleler hâlinde bu yapılan menfur eyleme karşı öfkelerini dile getirdi. Özellikle Batman'daki eyleme on binlerce değil, yüz binin üzerinde insan katılmıştı. Bu eylemlerin en onur verici olanı ise Yemen'de yapıldı. Oradaki mitinge belki bir milyonun üzerinde insan iştirak etmişti. Siyasî cenahta ise Sayın Erdoğan, yaptığı açıklamada İsveç hükümetini çok sert bir dil ile eleştirdi. Arap ülkelerinden ses çıkmadı desek yeridir. Bakınız, sormuş olalım: Bugün Suudi Arabistan'ın güdümünde olan İslâm İşbirliği Teşkilatı'ndan neden bir ses çıkmıyor? Oysa bu örgüt 1969 yılında Filistin davasına ve İslâm'ın mukaddesatına sahip çıkmak maksadıyla kurulmuştu. "Ama olur mu, sonra ABD ne der?" kabilinden bir yaklaşımla zillet içerisinde sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Elbette hiçbir etkin gücü ve yaptırım imkânı olmayan İslâm İşbirliği Teşkilatı amacı dışına çıkarılıp pasifize edilmiş durumda. Bunu iyi bilen Merhum Erbakan Hocamız içerisinde İran İslâm Cumhuriyeti'nin de olduğu D-8'i kurmuş ve İslâm Birliği yolunda somut adımlar atmıştı. Ancak ABD ve Siyonizm'in güdümündeki apoletli ordu mensupları alçakça bir tutum içerisinde 28 Şubat Postmodern Darbesi'ni yaparak İslâm Birliği projesine engel oldular.
Sorduğunuz sorudan yola çıkarak ifade edecek olursak bu menfur olaylara Müslüman ülkelerden olması gereken bir tepki gelmediği kanaatindeyiz. Bakınız ne derece doğru olduğunu bilmiyoruz ama tarihî literatürümüzde geçtiği üzere, Fransa saraylarında bir müptezelliğin icra edildiğini öğrenen Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman Fransa kralına ültimatom mahiyetinde bir mektup yazmasıyla söz konusu ahlâksızlık 100 yıl Fransa'da yasaklanmıştı. Bugün Fransa'da Charlie Hebdo denilen alçak magazin dergisi küstahça/hadsizce Sevgili Peygamberimiz'in karikatürlerini yayınlıyor ve diplomatik olarak İslâm dünyasından yeterli ses çıkmıyor. Elbette ümmet olarak 2 milyara varan nüfus potansiyelimizle bir tek İslâm Devleti çatısı altında birleşmiş olsak bugün dünyayı Amerika Birleşik Devletleri değil, İslâm Birleşik Devletleri olarak biz dizayn ediyor olacaktık. Kûr'ân ayetlerine göre dünya halkları nezdinde garantörlük ve patronajlık hakkı biz İslâm ümmetine aittir. "Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Al-i İmrân: 110) "Yeryüzünde kötülüklerden eser kalmayıncaya ve din hükümleri Allah adına tatbik edilinceye kadar kötülerle mücadele edin." (Bakara: 193)
İfade özgürlüğü ile nasıl ilişkilendirirsiniz Paludan'ın Kur'an yakmasını? Zira İsveç Başbakanı Kristersson, olaydan "üzüntü" duyduğunu dile getirse de ifade özgürlüğü olarak nitelendirdi.
Bakınız, hem Birleşmiş Milletler nezdinde, hem bütün anayasal düzenlerde, ister şahıs, ister tüzel kişilik veya devlet düzeyinde resmî kurum olsun, kısacası "kimden gelirse ve kime yönelik olursa olsun tahkir, aşağılama, iftira, küfür, küçük düşürücü söz veya eylemler 'düşünce özgürlüğü' kapsamında değerlendirilemez ve suçtur." Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türk Ceza Kanunu'nda da şöyle bir madde bulunmaktadır: "Halkı din, mezhep, bölge, sınıf, etnik köken farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek ceza gerektirecek suçtur."
Görüldüğü gibi bu tür alçakça yapılan eylem ve saldırılar düşünce özgürlüğünün tezahürü değil, aksine suç teşkil etmektedir. Ama ne yazık ki, Avrupa'da İslâm söz konusu olduğunda çifte standart/iki yüzlü politik yaklaşımlar devreye sokulmaktadır. Elbette sergilenen bu alçaklıllar tarihteki haçlı zihniyetinin ve Bizanstinist tezgâhların bir sonucu olmaktadır. Ayrıca bugün perdenin arkasında Siyonizm bulunmaktadır. Elbette hak-batıl mücadelesinin bir sonucu olarak bu pisliklerini sürdürmeye devam edeceklerdir. Önemli olan biz İslâm ümmeti olarak neredeyiz ve mukaddesatımıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Bütün mesele bu, yoksa şeytan ve avanesi kendisine yakışanı en aşağılık yöntemlerle yapmaya devam edecektir.
İsveç'te Kuran'ın yakılmasının ardından, Hollanda'da Pegida isimli İslam karşıtı grubun Hollanda lideri Edwin Wagensveld, Den Haag kentinde Kuran sayfalarını yırttı. Bunun devamı gelir mi? Halka yansımaları nasıl olur? Siz uzun yıllar Avrupa'da da kaldınız, nasıl yorumluyorsunuz?
Evet, üzülerek ifade etmiş olalım ki, Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerden, bu melunlara destek olan ve zemin hazırlayan hükümetlere gereği gibi diplomatik tepki verilmediği sürece bu çirkin eylemlere devam edileceği görülüyor. Şunu da ifade etmiş olalım, İslâmofobi'yi yaygınlaştırmak için yapılan bu eylemlerde Avrupa halklarından bekledikleri desteği alamayacaklardır. Zira ben şahsi kanaat ve tecrübeme dayanarak ve aynı zamanda 33 yıl İsviçre'de yaşamış biri olarak ifade etmiş olayım, bu çirkin eylemlerden Avrupa insanı son derece rahatsız olmaktadır. Avrupa insanı genel olarak bütün dinlere ve inançlara saygılıdır. Her ne kadar arasıra yabancılara yönelik münferiden birtakım üzücü olaylar vuku bulsa da bunları genele atfedemeyiz. Avrupa insanı genelde inançlara saygılı nahif insanlardır. Bunların içerisinde İslâm'a ilgi duyan ve Müslüman olanlar var. Bunların sayısı her geçen gün artmaktadır. Üzülerek ifade etmiş olalım ki, Avrupa'da yaşayan Müslümanlar ne yazık ki gereği gibi İslâm'ı temsil edememektedir. Eğer gereği gibi örnek olunsa bugün Avrupa'da İslâm'a olan teveccüh çok daha fazla olacaktır.
Avrupa'daki Müslümanlar açısından ele alırsak, neler yapılmalı? Bu gibi provokatif eylemlerden sonra Avrupa'daki Müslümanlar ne yapmalı?
Böylesine aşağılık eylemlerle Avrupa'da yaşayan insanlarımızın kin ve nefret duyguları tahrik edilmektedirler. Böylesine müstekreh provakasyonlar karşısında insanlarımız ve özellikle gençlerimiz öfkelerine mukayyet olup sağ duyuyu ve vakarı elden bırakmamalıdır. Zira bu işi yapanların en büyük isteği Avrupa'da yaşayan Müslümanların (tabiri caizse) gaza gelerek bir taşkınlıkta ve bir şiddet eyleminde bulunmalarıdır. Onların beklediği ve istediği budur. Müslüman gençlerimiz bu gibi durumlarda öfkelerine mukayyet olup hassas davranmalıdır. Hatta mümkünse Mardin'deki kardeşlerimiz gibi ellerine çiçek alıp kiliseleri ziyarete gitsinler. Din görevlileri ile, papazlarla hasbihâl etsinler. Bu vesile ile Mardin'de bu nezaketi, bu inceliği gösteren kardeşlerimizi canı gönülden tebrik ediyorum. Müslümana yakışan budur. İslâm dini, sevgi ve merhamet dinidir. Allah Teâlâ'nın nûru sevgi ve merhametin sembolüdür.
Rabbimiz buyuruyor ki: "Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, nûrunu tamamlayacaktır, kafirler hoş görmese de." (Saf:8)