Bireysel ve Toplumsal Cehalet

Cahit Kılıç 13.02.2021 12:33:42
Toplumsal alanı, aynı zamanda bir sivil savaş alanı kabul edersek, bu alanda cahillerle yapılan savaşı bilgeler kaybederler. Yani kural budur ve tarih bunun örnekleriyle doludur. Yoksa M.Ö. ve M.S. olarak toplam 8 bin yıldan sonra, neden hâlâ cehaletle savaş devam ediyor. Dünyanın birçok bölgesini yıkıma uğratan askerî savaşlar da cehaletin sonucu değil mi?

Tarihte birçok filozof, bütün kötülüklerin anasının cehalet olduğunun altını çiziyorlar. Ferdî cehalet, kişinin kendisini ve yakın çevresini felâkete sürükler. Toplumsal cehalet ise askerî savaşlara, yıkımlara ve on binlerin ölümüne sebep olur. Bunları söylerken elbette ki mübalağa etmiyorum. Tarih-i kadimden beri bu böyle değil mi?!

Sokrates “Cahil insan kendinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir” diyor.
Diyor ama bunu bir filozof gözüyle görerek söylüyor. Cehalete boğulmuş bir toplum böyle bir teşhisi nasıl koyacak veya hangi bilgi birikimiyle algılayacak?!

“Sadece bir iyi vardır: Bilgi… Ve sadece bir kötü vardır: Cehalet…” Bunu kavrayabilmek için bile bir toplumun kendisini aşması gerekmez mi?
“Tek bildiğim; hiçbir şey bilmediğimdir…” O çaptaki (yaklaşık 2500 yıldır akıllara hükmettiğine göre, elbette ki çapı büyüktür) bir filozof bunu diyebiliyor ama başından aşağı cehaletin balçığı akan nice çapsızlar, bizi, bugünlerdeki hâl-i pürmelâlimize maruz koyanlar değil midir?
*
Cehaletin, adalet duygusu yoktur. Haklı ile haksız onun için aynı zaviyededir. Onun terazisinin kefesini sadece menfaat doldurur. O kefenin dolması için gerektiğinde kan da su yerine akabilir. Menfaat ve makam, mevki onun için her şeyin üstündedir. Düşününüz ki, cahil bir harisin mal, mülk, makam ve mevki düşkünlüğü nice mazlumların ayaklar altında karınca gibi ezilmesi anlamına gelmektedir. Ve bu harisler ölümü asla akıllarına getirmezler…
İslâm filozofu İbn-i Haldun, “Halk, yalnızca adaletle korunabilen kullardır” diyor.  Yukarıda örneğini verdiğimiz bir kişi veya çoğula teşmil edersek bir toplum, hem cahil hem de haris olursa adaleti nasıl tesis edecek?! Kendi egosuna boğulmuşlar, halkı nasıl düşünecekler?!
*
Dehan-ı kebirinden cehalet salyaları saçan biri, İbn-i Rüşd’ün “Kimseden daha iyi olmadığınızı anlayacak kadar mütevazı, herkesten farklı olduğunuzu kavrayacak kadar bilge olun” tespitini nasıl kavrayacak ki, olmayan bir bilgeliğini etrafına yansıtsın.
Asırlar önce yaşayan filozofların tespitleri, Tolstoy’un deyimiyle “Bugünümüzde de” güncelliğini koruyorsa, bin yıllık evrimin cehaleti yenmediğini, her şeye rağmen yenemediğini göstermiyor mu?!

O Tolstoy ki, 120 yıl önce Rus Çarı ikinci Nikoloy’a yazdığı mektubu(*), sanki bugün demir yumrukla devlet yöneten otokratlara yazmış gibi çıkıyor karşımıza. Bir asırdan fazla bir zaman öncesinde yaşananlarla; bunca evrime rağmen bugün yaşananların arasında zerrece fark yok!
*
Asırların birer ikişer devrilmesi ve toplumsal eğitimin gittikçe artması, henüz bireysel ve toplumsal cehaleti ne yazık ki yok etmiş değil. Yer kürenin belirli bölgelerinde, daha açık söyleyelim; bugün Batı diye ayrıştırdığımız coğrafya da “cehaletin kısmen yenildiği ve toplumsal barış ile toplumsal adaletin tesis edildiği” görülmekte olsa da; Doğu veya Şark olarak nitelediğimiz coğrafi kesimde ise “cehlin karanlığı” bila-fasıla devam etmektedir.

Öyle ki, bugün bazı yerlerde adaletin tesis edilebilmesi için; yüz binlerce insan, mahkemeler karşısında Sokrates’in 25 asır önce yaptığı “Atina Savunması”na benzer savunmalar yapmak zorundadırlar…
Maatteessüf bizim ülkemiz de bu durumdan soyut değildir…
 
(*): Tarafımca Türkçeye çevrilen “Lev Tolstoy – Makaleler ve Mektuplar” – Akıl Fikir Yayınları