Despotizmin Hâlleri

Cahit Kılıç 25.12.2022 22:36:00
İktidarı bir şekilde ele geçiren ve gittikçe totaliter bir şekle bürünen despotik rejimlerin yegâne emelleri; ne pahasına olursa olsun, mevcudiyetlerini sürdürmektir.
Rejimin başındaki zat, ya da isterseniz ona lider deyin, bir müddet sonra kendisine kutsiyet atfeder. Gasp ettiği makam ve mevki, artık onun için mukaddestir ve avamın ona saygı göstermesi mecburidir…
Tarihin not ettiği despotların önemli bir kısmı; yarı cahildir ama sinsidir, kindardır, gaddardır, vampir gibi kan emicidir.
***
Burada bir haşiye açıp şu notu düşmek lâzım: Entelektüel bir kişilikten asla diktatör olmaz. Bilgi birikimi onu halka hizmete sevk eder. Hükmetme marazı yoktur. Tarihte az da olsa birkaç örnek vardır. En yakın örnek: Çek yazar ve düşünür Vaclav Havel, devlet başkanlığı yaptığı Çekoslovakya’daki ayrılıkçı hareketi çok iyi idare ederek Çeklerle Slovakların ayrılmasını kansız kavgasız sonuca ulaştırdı. Oysa yanı başlarındaki Yugoslavya’daki ayrılıklarda kan gövdeyi götürdü.
***
Biz dönelim despotlarımıza, ya da siz diktatörlerimize deyiniz…
Büyük çoğunluğu çok cesur gibi görünseler de korkaktırlar…
Etraflarına etten duvar örerler. Binlerce korumaları vardır ve onları çok iyi beslerler…
Halkla birebir temastan kaçınırlar. “Erişilmez bir güç” oldukları havasını yayarlar…
Kara propagandanın gücüne inanırlar ve Adolf Hitler örneğinde olduğu gibi her birinin bir Joseph Goebbels’i vardır…
***
Artık çağına göre; basın yayın organlarının tamamını zapt u rapt altına alırlar. Stalin’in “Pravda” örneğinde olduğu gibi; bir propaganda vasıtası meydana getirirler. Artık zamanına ve şartlara göre her türlü yalan allanıp pullanıp halka ulaştırılacaktır. Zaman zaman daha önceki söylemlere zıt da olsa ve tezat da teşkil etse, her söylem mutlaka alkışlanacaktır…
***
Çıkarılacak kanunlar, hukuka uygun olmak gibi bir mecburiyet taşımadan, despotizmi koruyup kollama görevi üstlenecektir. Zamanla işlevsiz kalan kanunlar, derhal maksada uygun olarak revize edilecektir.
Talat Paşa’nın dediği gibi: “Kanun dediğin nedir ki; ben yaptım ben bozarım” düsturu yürürlükte olacaktır…
***
Ülkeye “Malik’in Mülkü”, halka da “Malik’in Tebaası” gözüyle bakılacaktır. Yakın tarihte bunun müşahhas örneği Irak’ta yaşandı. ABD işgal ordusu Bağdat’a girdiğinde; Saddam Hüseyin’in enformasyon bakanı Muhammed es Sahaf, büyük bir üzüntüyle “Saddam Hüseyin’in Bağdat’ına girdiler” demişti… Irak’ın değil, Saddam’ın Bağdat’ı… Zihniyet buydu…
***
Ülke çapında büyük bir istihbarat örgütü kurarlar. Uçan kuştan haberleri olacaktır. İstihbarat örgütünün başına da, kendilerine “bir köpek sadakatiyle” hizmet edecek en yakın adamlarını koyarlar. Gürcü Stalin’in, KGB’nin başına oturttuğu Gürcü Lavrenti Beria gibi. Bu kişi, ölünceye kadar diktatöre hizmet edecektir…
Ancak rivayet edilir ki, Stalin daçasında yataktan düşüp öldüğünde; doktorların “öldü” raporuna itimat etmeyen Beria, odaya girer, Stalin’in bileğini tutarak nabzının atmadığından emin olunca “Umer Sobaka” (geberdi köpek) der…
***
Burada, meraklıları için bir haşiye daha açalım: Lavrenti Beria, Stalin’in ölümünden sonra Komünist Parti sekreterliğine oynadı. Mart 1953’te ölen Stalin’den sonra, Savaş Kahramanı Mareşal Georgi Jukov’un da desteğiyle parti sekreterliğini elde eden Nikita Xruşçov, yine Mareşal Jukov’un da yardımıyla, “Stalin’i zehirleyerek öldürdü” iddiası ile Beria’yı, Aralık 1953’te, (yani Stalin’in ölümünden dokuz ay sonra) kurşuna dizdirerek idam ettirdi. Çok hazin bir sondur.
***
Kendi istikbal ve ikballarına rakip gördükleri muarızlarına karşı çok acımasızdırlar. İnsan öldürmekten asla çekinmezler. Meselâ Arjantin’i 1976 ile 1983 yılları arasında demir yumrukla yöneten askeri cuntanın lideri Jorge Videla, kimilerini kurşuna dizdirirken, kimilerini de kargo uçaklarına doldurtup, on bin metre yükseklikten okyanusa attırıyordu…
***
Kendi saltanatlarını idame ettirmek için gerekli-gereksiz savaş açmaktan da çekinmezler…
Örnek olarak; yakın tarihte İran’a savaş açan Saddam Hüseyin gibi… O Saddam ki, gereksiz yere açtığı İran savaşından sonra düştüğü psikolojik durumdan kurtulamadı ve bir zamanlar desteğini arkasına aldığı Amerikalılar tarafından asılarak idam edildi. Gene rivayet edilir ki, Saddam asılırken boynu kırıldı…
Bir hazin son da budur…
***
Gençler bilmezler; bir anlamsız savaş da İspanyol iç savaşıdır. Bir taraftan Adolf Hitler ve Benito Mussolini’nin, diğer taraftan Josef Stalin’in burnunu soktuğu çok kanlı bir savaştır. Meşhur “No Pasaran” şuarlarıyla savaşan devrimciler, karşılarındaki diktatör General Francisco Franco’ya yenildiler. İç savaşın ardından tam 36 yıl İspanya’yı yöneten Franco, 1975 yılında öldü. Cenazesi devlet mezarlığına gömülen Franco’nun, çok yakın bir tarihte mezarı açılarak kemikleri sıradan bir mezarlığa defnedildi. Bu demektir ki, ölüm bile ilâhî adaletten kaçamıyor…
***
Birçok diktatörün ölümü de hazindir…
Meselâ, tarihin en kanlı despotlarından biri kabul edilen Josef Stalin, daçasında
 (yazlığında) bir akşam geç saatte odasına çekilmiş; ertesi gün geç saatlere kadar dışarı çıkmamıştır. Emrinde çalışanlar, korku belasına uzun süre odaya girememişler, sonunda girmeye mecbur olmuşlardır. Girdiklerinde diktatörün yatağından yere düştüğünü, boylu boyunca yatarken altına pislediğini görmüşlerdir. Bir zamanlar on milyonlara hükmeden, en az bir buçuk milyon insanı öldürttüren bir zalim despotun, kendi pisliğinin içinde ölmesi de başka bir hazin ve ibretamiz sondur…
***
Hukukun ve insan haklarının her şeyin fevkinde olduğu, adaletin bihakkın tesis edildiği, ülke gelirlerinin hakça ve her bir bireye eşit şekilde dağıtıldığı bir ülkenin özlemiyle…