İçeride ve/veya dışarıda…
Ayarımız, miyarımız, diyarımız tepetaklak olmuş amma…
Biz, haftanın yedi günü, kırk televizyon kanalından ve on beş – yirmi gazeteden…
Maşrıktan mağribe, güney kutbundan kuzey kutbuna kadar, istisnasız herkese ayar veriyoruz…
***
Hâlbuki Kapıkule’den dışarı çıkınca görüyoruz ki, dünya bize münasip yeriyle gülüyor…
Herkes bize ayar olmuş…
Herkes bizi makaraya sarıyor…
Herkes biliyor ki, hak-hukuk, adalet temelinden tarumar olmuş!
Kör, tuttuğunu öpüyor!
***
Oysa biz, hayâl âlemimizde kendimize vehmettiğimiz “kadir-i mutlaklık” paranoyasıyla dünyaya nizamat veriyoruz…
Bir kere yapışmış yakamıza:
Belâgatin şehveti…
Ya da histeriye dönüşmüş şehvetin belâgati…
***
Kibir, tedavisi mümkün olmayan bir illettir…
Uzak tarihten okuduk öğrendik, yakın tarihte ise tecrübemizle sabittir ki; kibrin sonu zillettir…
***
Kim bilir…
Belki de çok ağır bir gaflet uykusuna yattık milletçe…
Hab-ı gaflet…
Hem uyku derin…
Hem de gaflet…
Neresinden bakarsanız: Vahamet…
***
Az da olsa uyumayanlar da var…
Kimisi müstağni, kimisinde tegafül…
Otur kenardan seyret;
Sonra da gül Allah, gül!
Zabbağa gadder!..
***
Müflis tüccarız; sermayeyi tükettik!
Bütün ulvî değerleri harcadık…
Din-i mubin-i İslâm desek; tepemizden aşağı kirlerimiz akıyor…
Kur’ân-ı Azimüşşan’ı dilimize bile getiremiyoruz.
Eteğine yapışacağımız tek şey kaldı: Mezhepçilik…
Taktik: Fanatizmi körüklemek…
Zihniyet: Emevîlik…
Ki, tarihin çöplüğüne gömülmüş bir melânet…
***
O Emevîlik ki, bizzat Emevîlere yâr olmamış!
Ben-i Umeyye’nin torunları, bugün, Endülüs’ten Portekiz’e…
Orta ve Güney Amerika devletlerinin hemen hepsinde…
Adları: Ferid, Feride, Şakir, Şakire, Nuri, Nuriye vs. amma…
Göğüslerinde haç!
Kilisede vaftiz ediliyor, istavroz çıkarıyorlar.
Kim bilir. Belki de asıllarına rücu etmişler!
***
O zaman:
Bu ne gaflet?
Bu ne dalâlet?
***
Bir bende-i hakirim, erenler!
“Çiğnense de milletin ümmid-i bülendi”
Tek tesellim; er geç tecelli edecek İlâhî Adalet!