“Filistin’deki Gelişmeler ve Türkiye’nin Arap Açılımı”

Fehim Taştekin 16.05.2021 11:44:19
Fehim Taştekin & Işın Eliçin ile Puslu Kıtalar'da “Filistin’deki gelişmeler ve Türkiye’nin Arap açılımı” konuşuldu.

Puslu Kıtalar’da bu hafta, İsrail’in Filistinliler’e yönelik hak ihlalleri ve Gazze’ye düzenlediği hava saldırıları ile Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini düzeltme girişimlerini konuşuldu..

Fehim Taştekin ve Işın Eliçin ile Puslu Kıtalar:

PUSLU KITALAR ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

Filistin’deki gelişmeler ve Türkiye’nin yeni Arap açılımı

IŞIN ELİÇİN: İyi akşamlar, Puslu Kıtalar’a hoş geldiniz. Fehim Taştekin, hemen konuya girmek istiyorum bu akşam. Şimdi İsrail’in Filistin’e saldırılarını konuşmamız gerekiyor. Şu anda da devam eden bir süreç var. Kudüs’le başladı. Ama şimdi daha çok İsrail’in Gazze’ye saldırılarını konuşuyoruz. Çocuklar, kadınlar yani sivillerin de öldüğü hava saldırıları söz konusu. Hamas’ın da Gazze’den İsrail’e roket saldırıları devam ediyor. İsrail’de de iki sivil hayatını kaybetmiş, son aldığım haberlere göre. Dolayısıyla şiddet yeniden tırmanıyor. Bu noktaya biz nasıl geldik? Türk Dışişleri bugün bir açıklama yaptı ve İsrail bunu bu noktaya getirdi dedi. Gerçekten de Cuma akşamı Mescid-i Aksa’da ibadet edenlere yönelik İsrail güvenlik güçlerinin müdahalesi bardağı taşıran son damla gibi gözüküyor, öyle mi? Arka planında neler var?

FEHİM TAŞTEKİN: Üç kritik gelişme ya da olay çakıştı. Bu da olayların ciddi bir şekilde gelişmesine etkide bulundu. Bir kere Ramazan nedeniyle Müslümanların Harem’üş Şerif’e gidişleri yoğunlaştı. İsrail da önlemler aldı. Ayrıca Yahudiler de Kudüs Günü kutlamaları nedeniyle Harem’üş Şerif’e girebilirler diye Filistinliler de karşı önlemler aldılar. Bu gerilimleri bir şekilde tetikledi. Mescid-i Aksa, Harem’üş Şerif etrafında böylesine bir gerilim varken dört Filistinli ailenin Şeyh Cerrah’ta evlerinden atılması yönünde İsrail mahkemesinden çıkan bir karar var. 2 Mayıs’ta bu karar çıktı ve 6 Mayıs’a kadar Filistinlilere evlerini terk etmeleri için süre verildi. Bunlar çakıştı. Trajik görüntüler oluştu. Filistinli ailelerin evlerinden atılması yönündeki polis şiddetine yerleşimci şiddeti eşlik etti. Sonuçta Filistinli örgütlerde bir deklarasyonda bulundu, sadece Hamas değil diğer örgütleriyle birlikte, Mescid-i Aksa’nın içine kadar giden polis şiddetinin olduğu bu duruma son verilmesi, İsrail güçlerinin Harem’üş Şerif’ten çekilmesi için süre tanındı. Aynı koşul Şeyh Cerrah için de geçerli. Bu koşullar yerine getirilmeyince Gazze’den saldırıları başladı. İsrail de şimdi buna yanıt veriyor. Bir döngü sürekli tekrarlanıyor. Bir tarafta işgal ve işgalin sürekli genişletilmesi; Arapsızlaştırma, mülksüzleştirme siyaseti; buna yerleşimci terörünün eşlik etmesi; Filistinlilerin de buna direnç göstermesi şeklinde bir döngü tekrarlanıyor. Son olaylar da onlardan birisi, ne eksik ne fazla, nedenleri hemen hemen aynı.

IŞIN ELİÇİN: Önce belki Kudüs üzerine konuşmamız lazım. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin ilerleyişi sürekli haber olurdu eskiden. Yıllardır yasadışı, uluslararası hukuk dışı olarak kabul edilmekle birlikte bu böyle devam edegeldi. Bir şekilde alanda yaratılmış bir durum var; nereye gelmişti yakın bir zamanda, İsrail’in işgal ettiği toprakların ilhakının konuşulduğu noktaya gelmişti. Ama Kudüs özelinde, Kudüs daha çok özel statüsüyle, kutsal mekânlarıyla konuşulan bir kent oldu. Ama aynı şekilde aslında İsrail nasıl Batı Şeria’da nüfus dengesini en azından kendi kontrol ettiği topraklarda Yahudiler lehine değiştirmek istiyorsa, senin söylediğin gibi Filistinlileri mülksüzleştiriyorsa bu süreç Kudüs için de geçerli, özellikle Doğu Kudüs için geçerli. Ve tabii Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Kudüs’ü de içine alacak şekilde tüm Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış olması de facto olarak onay oldu. Kudüs’ü de Filistinsizleştirmek, Arapsızlaştırmak projesi; o bir başlangıçtı, biraz anlatır mısın arka planı?

FEHİM TAŞTEKİN: 1967’de Doğu Kudüs işgal edildikten sonra İsrail ‘Birleşik Kudüs’ planını yürürlüğe koydu ve adım adım bugüne gelindi. Mesela 1970’de çıkardıkları Hukuki ve İdari İşler Yasası çerçevesinde Doğu Kudüs’te 1948 öncesinde güya İngilizlerin sürdüğü Yahudilerin geri dönmesine, mülklerine kavuşmasına imkân verildi. Yasa özü itibariyle Filistinlileri Doğu Kudüs’ten azaltma, Doğu Kudüs’ün Yahudi karakterini güçlendirme yönünde İsrail’in kendi iç sisteminde yasal bir zemin oluşturuldu. İsrail durumu hukuki bir tartışma gibi sunmaya çalışıyor. Başbakanın, Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarında bu vurgu var. Fakat sonuç itibariyle işgalin sürekliliğini sağlayan bir mekanizmadır. Filistinlilere bakan tarafıyla bu tamamen Doğu Kudüs’ün Filistinlilerden arındırılması operasyonudur. Hem İsrailli insan hakları örgütleri ya da uluslararası örgütler bunları apartheid uygulaması ya da etnik temizlik olarak nitelendirebiliyorlar. Bana göre de bu böyledir. Bir başka şey daha: O da 1950’de çıkardıkları yasa; Sahipsiz Mülkler Yasası. Aslında 1947-1949 arasında 750 bin Filistinli topraklarından sökülüp atıldı. Onların bıraktıkları toprakları gasp eden ve oralara Yahudileri yerleştiren bir yasa bu. Buralardan çıkarılmış Filistinlilerin mülkleri hiçbir şekilde geri verilmiyor. Çok çarpıcı şeyler var. Bugün Doğu Kudüs’te Şeyh Cerrah’ta olan olay şu: Batı Kudüs’ten, Yafa’dan ya da başka yerlerden çıkarılmış bazı Filistinliler buraya yerleştirildi. O zaman kontrol Ürdün’deydi. Bu yerleştirme çok büyük değil, topu topu 28 aileden bahsediyoruz. Bunlar BM ile yapılan anlaşma çerçevesinde oraya yerleştirildi. Bu ailelerle sözleşmeler yapıldı. İsrail’in de önceki tutumu bu anlaşma ve sözleşmeleri kabul ettiği yönündeydi. Sonradan birden bire fikir değişti ve işi yerleşimci şirketlere verdiler. Yerleşimci şirketler dediğimiz işgal altındaki topraklarda yasadışı yerleşim yerleri inşa eden şirketler. Uluslararası alandan çok ciddi paralar geliyor, maddi olarak çok güçlüler, İsrail yasaları bunlara her türlü desteği veriyor.

IŞIN ELİÇİN: Sözüne kestim, sadece bu şirketlere örnek olarak söyleyeceğim; İngiltere’de Chelsea’nin (Futbol Kulübü) sahibi Abramoviç’in bu şirketlerden birine para aktardığını The Guardian gazetesi geçen yıl özel haber olarak yapmıştı. Mesela, bir örnek olarak söylüyorum…

FEHİM TAŞTEKİN: Evet, Abraham Anlaşmalarının mimarı, yürütücüsü Trump’ın damadı Kushner’in ailesi de bu yerleşimci kurumların en önemli finansörlerinden birisi. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Bahsettiğim bu süreç hiçbir zaman kesilmedi. Bu aileler Osmanlı Arşivleri’nden tapu belgelerini çıkardılar ama İsrail mahkemesi bunlara sahte deyip geçti, kabul etmedi. Ve senin bahsettiğin Amerika’nın tutum değişikliği, 2018’de Trump’ın Kudüs’ü bölünmemiş halde İsrail’in ezeli-ebedi başkenti olarak ilan edip büyükelçiliği buraya taşıması elbette İsrail’in bu politikaları için bir ödül oldu, tam anlamıyla; zaten her şey Amerikan desteğiyle oluyor ama bir şekilde iki devletli çözüm perspektifi vardı, Amerikan yönetimlerinin de siyasetine uygun bir barış anlaşmasıydı, Oslo’da sonuçta kağıda döküldü. Bundan da geri adım atan ve İsrail’in Kudüs üzerindeki hakimiyetini perçinleyecek bir Amerikan desteği ortaya çıktı. Büyük bir cesaret verdi haliyle. İbrahim (Abraham) Anlaşmaları ile de Arap ülkelerinden birkaçıyla ilişkilerini normalleştirmesi de hakeza Filistin davasını yaraladı. Filistinliler bir şekilde yalnızlaştırıldılar. Bu rahatsız içinde İsrail yoluna devam ediyor. Bu patlama İsrail’in uluslararası toplumu umursamamasından; uluslararası toplumdan her hangi etkili baskı mekanizması üretilmemesinden kaynaklanan bir rahatlığa dayanıyor. Fakat bu yalnızlaşma, Filistin’in kendi içinde Filistinlilerin davalarına ilgisini azaltmadı, kesmedi.

IŞIN ELİÇİN: Aslında uluslararası tepkilerin de bugüne kadar çok da anlamı olmadı. ABD eğer herhangi bir şekilde İsrail’e belli konularda baskı uygularsa, bugüne kadar, o da her uyguladığı baskı karşılık bulduğu için değil ya da o baskıyı İsrail’e danışıklı dövüşle yaptığı için hayata geçirilebildi, onun dışında fazla bir şey yapılamıyor İsrail’e. Türkiye şimdi biraz ön aldı, biraz Türkiye’yi de konuşmak istiyoruz, tam da Arap coğrafyasında dargın olduğu ülkelerle barışmayı umarken bu olaylar oldu. Bunlar bu süreci nasıl etkiler? Ama istersen bir de Filistinlilerin içindeki duruma bakalım. Şimdi bir seçim yapılacaktı, o seçim yapılamadı. Filistinlileri yalnız bırakan sadece uluslararası toplum değil sanırım. Kendilerini, en azından Kudüs’te gördüğümüz gençleri İsrail’in vatandaşlığına sahip Filistinlileri dahil edersek, çünkü onlar da güçlü şekilde katıldılar, özellikle Kudüs’te, Şeyh Cerrah’taki protestoları, onlar için de bir yönetimsizlik, lidersizlik var. Hamas da oy alabilir gücü var ama o gençlerin Hamas destekçisi olduklarını düşünmüyorum.

FEHİM TAŞTEKİN: Kudüs’teki ve Batı Şeria’daki direnişler önemli ölçüde dinamizmini gençlerden, çocuklardan ve kadınlardan alıyor. Ve bu kuşak liderlerinin geçmişte İsrail’le kurdukları ilişkilerden hatta liderlerin kendi iç kavgalarıyla Filistin davasının içeriğini boşaltmalarından bağımsız olarak hiçbir şekilde onlardan etkilenmeden direniyorlar. İlginç bir durum ve bütün dünya bunları izliyor. 7-8 yaşlarında çocuklardan 14-17 yaşlarında gençlere kadar insanlar direnç gösteriyorlar, direniyorlar. Liderler bunların gerisinde kaldı, kendi meşruiyetlerini tamamen kaybetmemek için tepki veriyorlar. Bu tepkilerin çok da yönlendirici olabildiğini zannetmiyorum. Burada İsrail’in rahat davrandığını anlatırken Amerikan desteği, uluslararası toplumdaki yetersizlik ya da isteksizlik, bir tarafta Arap dünyasında İsrail’le barışma çabaları ya da süreçlerinden bahsettik; bunların Filistinlilere yansımaları da var kuşkusuz. Sonuçta Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi kredisini, kontrolünü çok fazla yitirdi, artık İsrail’in izin verdiği kadar nefes alan bir müdüriyet gibi algılanır hale geldi. Amerikan yönetimi bir ara hiç muhatap almadı. Galiba son olaylar nedeniyle Biden Abbas’la görüştü. Öncesinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği blok da kendi oyunlarını oynadılar. Biden ile birlikte yeni dönemde ABD ile İran arasında diyalog süreci başladı; İran Filistinlilere en somut desteği veren ülkeydi öteden beri; İran şu anda Amerikalılarla müzakere ile meşgul. Başka bir şey Filistinliler üzerinde etki eden iki önemli mekanizma vardı: Abraham Anlaşmaları süreci o mekanizmaları zayıflattı. Birisi Mısır’ın konumu, diğeri de Ürdün’ün konumu. Şimdi Amerikan yönetimi ve İsrail sanki Filistin meselesi bu iki ülkenin dışında yürütülebilecek mevzuymuş gibi oturup Körfez ülkeleriyle pazarlık yapmaya çalıştı. Mısır ve Ürdün’ün buradaki ağırlığını altını oydular, bilerek ve kasten yaptılar. Fakat kendileri de bugün bu ağırlığa muhtaç hale geliyorlar. Çünkü Hamas’a baskı yapacaklar, kim yapacak? Eskiden Mısır yapardı. Batı Şeria’ya konuşmada Ürdün’ün etkin olduğunu biliyoruz. Sükûneti sağlamak için bir tarafta İsrail üzerinde ABD, diğer tarafta Filistinliler üzerinde Mısır devreye girer, geleneksel olarak öyledir. Bu mekanizmalar zayıflatıldı. Bugün itibariyle hala operasyonun genişletilmesi ihtimalini konuşuyoruz. Filistinli liderler ve tünellere yönelik operasyonun genişletilmesinden bahsediyorlar ama bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Her seferinde Gazze’nin yerle bir edildiği bir süreçtir bu; tünelden başlayıp bütün Gazze’yi cehenneme çeviren bir savaştır, bu tekrarlanıyor.

IŞIN ELİÇİN: Evet, Mısır’dan açıklama vardı; Mısır Dışişleri Bakanı ‘Biz araya girmeye çalışıyoruz ama İsrail’den muhatap bulamıyoruz bu sefer, İsrail ciddiye almıyor ya da yanıtlamıyor bizi’ gibisinden. Gazze’den, Hamas’tan açıklamalar var; benim okuyabildiklerimi söylüyorum, sürekli saat be saat değişiyor, devam ediyor İsrail’in hava saldırıları, Gazze’nin de roket saldırıları, böyle karşılıklı. Tabii ki İsrail hem de bahane ediyor, sivilleri kullanıyorlar diye. Gazze küçücük bir yer ve de koskoca binaları indiriyorlar; az önce 12 katlı bir apartmanı yerle bir ettiler. Mümkün değil bunun sivil yerleşim yeri olmadığı iddiasında bulunmak, Hamas lideri hedeflendi diye. Şimdi şunu sormak istiyorum: Türkiye şu anda en güçlü, en sert ve ilk açıklamaları yapan ülkelerin başında oldu. Hep böyleydi. Filistin konusunda ilk defa baktığımız zaman Türkiye’de bir sürü konuda hiç kimse hiçbir şekilde anlaşamıyor ama Meclis’ten beş parti birden; HDP’si, İyi Parti’si, CHP’si, MHP’si, AKP’si hepsi hep beraber Filistin’le ilgili güçlü bir kınama açıklama çıkabiliyor; Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına bakıldığında meseleyi gayet yerinde ifade ediyor; “Bu noktaya getiren İsrail oldu gibi bir açıklama; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel açıklamalarını, sert sözlerini söylemiyorum ama yani bir yandan da Türkiye, İsrail’le barışmaya çalışan bir ülkeydi. Bir yandan Arap ülkeleriyle, Mısır’la, Suudi Arabistan’la barışmaya çalışıyor. Bütün bu olaylar Çavuşoğlu’nun Suudi Arabistan gezisine denk geldi, hemen Mısır’la görüşmelerin arkasından. Nasıl bir yankı ya da etkisi oluyordur bu olayların Türkiye’nin Arap coğrafyası ve İsrail’le barışma çabalarına? Bir de tam tersi bu olaylar Türkiye’yi nereye itecek?

FEHİM TAŞTEKİN: Söz Türkiye’den açılınca senin bahsettiğin konuya geçmeden bir şeyi vurgulama gereği duyuyoruz. Filistin mevzusu Ak Parti hükümeti tabanı açısından başından itibaren kullanışlı bir mevzu. Sadece AKP hükümetinden bahsetmiyorum, birtakım Arap ülkeleri için de söylüyorum, herkesin kirli ellerini bir şekilde yıkadığı bir kap gibi Filistin mevzusu, vicdan rahatlatması diyebileceğimiz bir durum var. Mavi Marmara olaylarını hatırlatmaya gerek yok, herkes buradaki çelişkileri biliyor. Kuşkusuz önceliği Mısır’a ve diğer Arap ülkelerine vereceklerdir, İsrail’i biraz daha bekleteceklerdir. Yani normalleşme sürecinden bahsediyorum. İsrailli bir bakan gelecekti Antalya’daki diplomasi konferansına, hemen daveti geri çektiler. Çok da önemli değil, İsrail bundan dolayı gücenmeyecektir. Türkiye’nin de ileri bir adımmış gibi geri çekemeyeceği bir önlem değil. Bunlar önlem bile sayılmaz daha doğrusu, tepkiler daha çok lafta kalan tepkiler. İsrail’le ticaretin artarak devam ettiğini, Mavi Marmara olayının dahi bunu etkilemediğini biliyoruz. Şimdi bu olay Türkiye’nin diplomasi alanındaki kuşatılmışlığını biraz yarmasına yardımcı oluyor ve Erdoğan hızlı bir şekilde çok sayıda liderle görüştü. Yani bir anlamda kendi diplomasi tecridini bu Gazze mevzusu, Kudüs mevzusu vesile ederek de aşmış oluyor. Böylesi Türkiye’nin dış ilişkilerine yansıyan bir tarafı var. Çok kalıcı bir etki getirir mi? Hayır getirmez. Herkes Türkiye’nin Filistin’le ilgili çabalarını biliyorlar, çapını ve ne kadar ciddiyet arz ettiğini de biliyorlar, 18-19 yıldır bu konuda epeyce bir tecrübe var. Normalleşme ihtiyacı, geçen programlarda da konuştum, Libya’da, Doğu Akdeniz’de enerji denkleminde epeyce zor durumda, bu döngüyü kırmak için Mısır’la başlayıp daha sonra Körfez ülkeleriyle bunu genişleterek bir anlamda bölgenin yeni denge arayışında yer almak istemiyor. Çünkü bir süreç var, bunun dışında kalmak tecrit halinin daha fazla büyümesi demektir. İran’la Amerika arasında yeni bir diyalog süreci var, Suudi Arabistan da buna sessiz kalamadı; İran-Amerikan gerilimi düşerken kendisi İran’la gerilim sürecini sürdüremeyeceğinden Bağdat’ta iki ülke arasında bir görüşme oldu. İkincisini gerçekleştirecekler. Ve Suudi Arabistan Savunma Bakan Yardımcısı bugün Bağdat’ta. Önemli bir ziyaret. İran’la ilişkiler açısından yeni bir altyapı hazırlığı olarak değerlendirilebilir. Bölgede yeni bir dizayn varken Türkiye bunun dışında kalamayacak. O yüzden Mısır’la başladılar. Mısır’ın koşulları ne kadar karşılanacak? Mısır’ın istediği yönde bir politika değişiği olacak mı?  Şu anda bunu merakla bekliyoruz. Ama Türkiye çok olumlu mesajlar vermekte ısrar ediyor. Mısır daha ketum, daha az konuşan, her şeyin hızlı değişeceği yönünde herhangi bir ümit vermeyen soğukkanlı bir politika izlerken Türk tarafı sonuç alınmış ya da alınacakmış gibi bir tablo ile hareket ediyor. Suudi Arabistan, Emirlikler ve diğer komşular blok halinde Mısır’ın Türkiye ile normalleşmesinden ne çıkacağını bekliyor. Somut olarak ne olacak, bunu görmek istiyorlar. Erdoğan bunun kontrollü adım mekanizma ile gelişmesine fırsat vermeden hemen Ramazan bayramını vesile ederek Suudi kralını aradı. Henüz bayrama çok vardı. Suudi Arabistan’da asla idrak edilmeyen hatta bidat sayılan kandil gecesini vesile yaptı. Garip tabi bu. Diplomasi açısından iyi düşünülmüş bir şey değil ama bu önemli değil, bu bahaneyle Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun pazartesi Riyad’a gitmesinin önü açıldı. Bugün ikinci gün. İlginç bir şekilde kiminle görüşüyor, kim karşılıyor, ne konuşuyorlar hiçbir şey yok. Anadolu Ajansı Bakan’ın giderken yaptığı açıklamanın ötesinde haber geçmedi. Bu kadar önemli bir meselede sessizlik var. İki gündür bakan orada haber yok. Kimseden haber çıkmıyor. Bir şeye işaret ediyor; sadece bir temas var ve ortada somut bir şey gözükmüyor. Olsa zaten büyük puntolarla karşımıza çıkaracaklardır. Bir çakışma da var, Katar Emiri Riyad’da.

IŞIN ELİÇİN: Veliaht Prens tarafından ilk önce Cidde’de ağırlanmış.

FEHİM TAŞTEKİN: Evet, evet, ben de öyle anladım. Cidde’de veliaht prensle görüştükten sonra Riyad’da kralla görüşecek. Eğer bugün yeni bir gelişme olduysa bilmiyorum ama akşamki haberlerden aklımda kalan bu. Katar’ın Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde olumlu bir rol oynama hevesini biliyoruz. Ama Suudi Arabistan’ın buna ihtiyacı yok. Yani Katar’ın arabuluculuğuna ihtiyaç yok, buna gerek duymayacaklardır. Bu yüzden de Davutoğlu’na ne söyleyecekleri önemli.

IŞIN ELİÇİN: Davutoğlu dedin biliyorsun değil mi?

FEHİM TAŞTEKİN: Aaa Davutoğlu dedim özür dilerim.

IŞIN ELİÇİN: Çavuşoğlu diyecektin…

FEHİM TAŞTEKİN: Umarım bu ilk deyişimdir, daha önce de Davutoğlu dedim mi Çavuşoğlu yerine?

IŞIN ELİÇİN: İlk kez söyledin, şu anda ilk kez.

FEHİM TAŞTEKİN: Ne kadar aklımızda yer ettiyse, bir türlü zihin altından çıkmıyor. Şimdi Çavuşoğlu’na ne diyecekleri önemli. Hakikaten bilmiyoruz. Önceki tepkiler belli konularda çok kararlı olduklarını gösteriyordu. O tepki neydi? Erdoğan, Çavuşoğlu yumuşatıcı mesajlar verdiler. En son İbrahim Kalın önemli bir açıklama yaptı ve Arapların da dikkatini çekti. Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak Türkiye’nin Suud mahkemesinin verdiği kararı kabul ettiğini söyledi. Bir U dönüşü, önemli bir taviz. Çünkü uluslararası mahkeme kurmaktan bahseden Ankara’nın tanımadığı bir kararı tanıması önemli bir taviz. Arap gazeteler hemen buna dikkat çektiler. Fakat üzerinden birkaç gün geçtikten sonra buna yanıt, Türk okullarının kapatılması kararının resmen iletilmesi oldu. Demek ki güzel laflarla bu işler yürümüyor. Daha somut işbirliği ya da adımlar bekleniyor. Suudiler haklı anlamında demiyorum ama Türkiye’nin dış ilişkilerindeki tutarsızlıklardan kaynaklanan çok sayıda kopuş yaşandı. Kaşıkçı olayının başından itibaren Türkiye’nin dış ilişkilerinde ciddi bir yüke dönüşeceği biliniyordu, tahmin edilebilen bir durumdu. Maalesef Türkiye zor durumda U dönüşü yapan, sürekli taviz veren ülke durumuna düştü.

IŞIN ELİÇİN: Evet Mısır, Suudi Arabistan, her yerde taviz vermek durumunda kaldı. Dış politikada herkes çıkarlarını düşünür ve bazı şeyleri tepki gösterse de belli tonun üzerine çıkmadan ideolojik tavrını katmadan o durumla ­bir şekilde baş eder. Biraz öyle bir durum var. Mısır’da da Sisi’yi eleştiren sadece Türkiye değildi ama ‘Rabia’ işaretini iç kamuoylarında bir slogana dönüştürmediler mesela.

FEHİM TAŞTEKİN: Bu Filistin için de geçerli. Filistin için de esaslı tepkiler veren insanlar var. Mesela Jeremy Corbyn. Amerikan Kongresi’nde önemli isimler var, en azından 5-6’sını tanıyoruz. Son olaylarla ilgili etnik soykırım suçlaması yapan kongre üyeleri bile var. Bu bir üslup ve diplomasi meselesi. Bir de haklı bir davayı iç siyasette kullanmama prensibi. Bu prensip maalesef Türkiye’de izlenmiyor. İzlenmediği için de Türkiye’nin bağırmaları etki etmiyor. Eskiden büyük olaylar olurdu, manşetlere çıkardı, artık kimse umursamıyor. Filistin mevzusu ile yakından ilgilenen insanlar Türkiye’nin ikiyüzlü politikaları yüzünden soğudular. Çok insan tanıyorum, verebilecekleri tepkileri artık vermemeye başladılar.

IŞIN ELİÇİN: Mısır ziyareti öncesi Dışişleri Libya’ya gitti. Mısır’daki görüşmelerin çok iyi atmosferde geçtiği söylendi ama içeriği öğrenemedik. Hemen arkasından Suudi Arabistan geldi. Bunlar hep birbiriyle ilişkili olsa gerek. Suudi Arabistan’da Türkiye beklediği ilgiyi göremedi. Bunların ilişkisini de biraz analiz edersen öyle bitirelim programı… İç içe geçmişlik biraz ilginç, birini çözmeden diğerini çözemiyorsun ama başlangıcı da bir türlü yapamıyorsun.

FEHİM TAŞTEKİN: Libya’da iş şeye geldi, bir şekilde Mısır’la ortak çalışma zorunluluğu doğdu. Çünkü Mısır çok sert tepki gösterdi, hızlı hareket etti, Trablus’ta elçiliğini açma yönünde harekete geçti, yeni hükümetle çok iyi ilişkiler geliştirdi, Türkiye’nin bir adım önüne geçer bir durum oluştu. Mısır’a gittiklerinde önkoşulun ne olacağını çok iyi biliyorlardı. O da Türkiye’nin Libya’da askeri olarak kalıcı hale gelmemesi, askerlerini ve Suriye’den taşıdığı milisleri çekmesi. Bu açık söylenmeyen ama medya üzerinden dillendirilen bir önkoşul. Mısır’la ilişkiler normalleşecekse Libya’da Türkiye’nin politika değişikliğine gitmesi istiyorlar. Türkiye de çetin ceviz olduğunu, Libya’da ne kadar iddialı olduğunu göstermek için Mısır ziyaretinden hemen önce büyük bir çıkarma yaptı. Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanı, dört ağır top gittiler oraya, hükümetle görüştüler. Bu bir boy gösterisi idi. Çıtayı yükseltmek, pazarlığı iyi bir yerden başlatmak gibi geldi bana. Mısırlılar bundan çok rahatsız oldular. Tabi ki iş şeye de geliyor, seçim süreci var, kritik bir süreç, uluslararası aktörler yabancı güçlerin çekilmesi çağrısı yapıyor. Böylesi bir süreci kurtarmak herkes için çok önemli. Kurumların birleşmesi, bölünmüş orduların birleşmesi, milislerin zapturapt altına alınması lazım. Bütün önemli bir süreçte Türkiye kavganın tam ortasına oturdu. Olumsuz bir şey bu. Daha da enteresanı Libya Dışişleri Bakanı (Menguş), Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında bütün yabancı güçlerin çekilmesi konusunda Türkiye’ye işbirliği çağrısı yaptı. Bu şunu gösteriyor: Artık Libya’daki mutabakat hükümeti, bundan sonra seçimle belirlenecek parlamento, ona göre oluşacak hükümet Türkiye ile koordineli olmayacak. Bölünmüş/çeşitlenmiş bir Libya olacak. Yani üç bakan lehte ise üç bakan aleyhte olacak. Böylesi bir dönemde içerden itirazlar geliyor ve Türkiye açısından tabloyu olumsuzlaştırıyor. Türkiye’nin yaptığı anlaşmaların geleceğini iyice belirsizleştiriyor fakat daha da önemlisi o çıkıştan sonra Dışişleri Bakanı Türkiye’nin desteklediği gruplar tarafından hedefe konuldu. Onun Hafter yanlısı olduğuna dair eski konuşmalarını gündeme getiriyorlar. Bir de bu arada istihbarat başkanı değiştirildi. Bu yüzden Başkanlık Konseyi’nin bulunduğu otel basıldı. Şimdi bu içerde durumun nasıl yeniden kontrolden çıkabileceğini gösteriyor. Bu hükümetin de etkinliğini yok eden çeteleşmenin, mafyalaşmanın, rant alanları yaratmış silahlı grupların yarattığı tehlikenin ne kadar büyük olduğunu da gösteriyor. Türkiye bu süreçte başta türlü baskılarla karşı karşıya kalacak. Mısır’la, Arap ülkeleriyle normalleşme istiyorsa Libya’yı dışarda tutarak bunu yapamayacağını hükümetin anlaması gerekiyor. Libya ayrı kalsın, İsrail kenarda dursun, ben Mısır’la bir anlaşayım, sonra Mısır’ın koşulları ile Suudi Arabistan ve ötekilerin koşullarını karıştırmayalım, hepsini ayrı ayrı kompartımanlarda değerlendirelim; bu yürümeyecek. Bunu anladık. Libya’yı Mısır’dan, Mısır’ı Suudi Arabistan’dan ayrı bir dosya halinde ele almak fazla gerçekçi değil. Evet Ankara bunu böyle yapmak istiyor ama şu anda Arap coğrafyasının içinde bulunduğu siyasal gerçeklik buna uymuyor.

IŞIN ELİÇİN: Bitirirken bu soruyu sorarak koca bir başlık açmak istemiyorum ama sormak zorundayım. Çok kısaca yanıt verebilirsen, devamı bir sonraki programa kalsın eğer uzun yanıt vermen gerekiyorsa. Bugün eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la bir mülâkat yaptım. Seninle de yıllar önce beraber ağırlamıştık Yaşar Yakış’ı. Eski büyükelçilikleri arasında Suudi Arabistan ve Mısır da var, bölgeye hakim, Arapça da biliyor çok iyi. O şunu söyledi; Mısır’ın şartlarından biri olarak Suriye’den çekilme meselesinin de Türkiye’nin önünde olduğunu. Suriye’den çekilmeyi Suriye istiyor, Rusya istiyor diye konuşuyoruz ama Mısır için de Suudi Arabistan için de Suriye’deki askeri varlığın da problem olacağını ilk defa böyle bir netlikte söyledi, eğer dili sürçmediyse.

FEHİM TAŞTEKİN: Mısır’la ortak açıklamada yanılmıyorsam Irak ve Suriye meselesi de geçti. Daha önce Türk heyeti gitmeden hemen önce Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid Kahire’deydi. Oradaki ortak açıklamada da ilginç vurgu vardı; “Arap işlerinin bir Arap platformu içinde çözülmesi, dışarıdan müdahalenin önlenmesi konusunda işbirliği ve koordinasyonun yüksek düzeyde sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.” Bu ilginç. Bunun arkasında şu var. Daha önce Körfez ülkeleri İran’ı tehdit olarak algılıyordu özellikle. Son zamanlarda biraz İsrail-Amerikan koordinasyonu işin içine girince İran öngörülebilir tehdit ama öne çıkan tehdit Türkiye denildi. Bunun yansımaları her yerde karşımıza çıkıyor. Irak’ta Kürtlerle ilgili dosya Araplar arasında biraz farklı ele alınmaya başladı. Suriye’de hakeza. Suriye’de Türkiye’yi sorun olarak gören Arap bakışı giderek güçleniyor. Suriye’nin Arap birliğine döndürülerek bir şekilde bir Arapların kendi iç sorunu olarak çözülmesi yönünde bir girişim var. Suudi İstihbarat Şefi geçenlerde Şam’a gitti. Bir beklenti var; belki bayramdan sonra ilişkiler normalleşebilir. Bu önemli, birçok şeyi değiştirecek. Fakat Amerikalılar bunu önleyebilirler. Hemen böyle bir normalleşmeye karşı olduklarını açıkladılar. Arada Amerikan faktörü olmasa Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığına karşı Şam’la ilişkileri hızlı bir şekilde normalleştirebilirler. Niyet bu. Mısır da bunu önceden göstere göstere söylemiyordu ama son zamanlarda kendine güveni geldi ve Suriye’de biraz daha fazla inisiyatif almak istiyor. O yüzden Türkiye ile bunun pazarlığını yapmışlardır.

IŞIN ELİÇİN: Çok teşekkür ederim Fehim Taştekin. Herkes herkesle barışıyor haftasıydı geçen hafta, değil mi, Suudi Arabistan’la İran arasındaki görüşmeler kamuoyuyla paylaşıldı, iyi niyet gösterileri… Şimdi ise İsrail’in Filistin’e saldırıları başladı ve yeniden karışıyor gibi. Aslında bildiğimiz bir coğrafya, yani bunlar olur, değişmeyen ne var, onu söyle öyle bitirelim. Bazı sorunlar çözülmüyor Filistin meselesi çok uzun süre…

FEHİM TAŞTEKİN: Filistin mevzusunun unutulmayacağını, Filistin’in iç dinamiklerini sandıkları gibi çözemediklerini, Filistin davasının bitmediğini bu olaylar gösteriyor. Filistin’i Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs şeklinde birbirinden tamamen koparmak, etkileşimini bitirmek, bu davayı üç kompartıman içinde çözmek gibi bir İsrail-Amerikan yaklaşımının da çok işe yaramadığını görüyoruz. Fiilen bu coğrafyalar birbirinden koparılmıştır ama sonuç itibariyle Gazze-Kudüs birbiriyle davanın ortaklaşması şeklinde bir dayanışma sergilediğinde bundan çıkaracağımız sonuç, koparma planının davanın birliği-bütünlüğü anlamında şu anda işe yaramadığı sonucudur. Türkiye açısından baktığımız zaman, herkes Arap Baharı süreci ve şimdiki süreç dikkate alındığında belli tecrübelere sahip, herkesin kanaatleri oluştu. Erdoğan’a yaklaşanlar nasıl yaklaşılması gerektiğini biliyor. Arapların artık koşulları olacaktır. Böylesine bir ortamda yeniden dengeler kurulurken deneme-test mekanizmalarının çok işletildiği yeni bir süreç olacaktır. Hiç kimse peşin çalışmayacaktır.

IŞIN ELİÇİN: Fehim Taştekin çok teşekkürler. Sevgili izleyiciler size de teşekkür ediyoruz. İki hafta sonra yeniden görüşünceye dek hoşça kalın diyelim değil mi Fehim?

FEHİM TAŞTEKİN: Hoşça kalın, iyi akşamlar. 

 


Puslu Kıtalar’da bu hafta, İsrail’in Filistinliler’e yönelik hak ihlalleri ve Gazze’ye düzenlediği hava saldırıları ile Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini düzeltme girişimlerini konuştuk.

PUSLU KITALAR ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

Filistin’deki gelişmeler ve Türkiye’nin yeni Arap açılımı

IŞIN ELİÇİN: İyi akşamlar, Puslu Kıtalar’a hoş geldiniz. Fehim Taştekin, hemen konuya girmek istiyorum bu akşam. Şimdi İsrail’in Filistin’e saldırılarını konuşmamız gerekiyor. Şu anda da devam eden bir süreç var. Kudüs’le başladı. Ama şimdi daha çok İsrail’in Gazze’ye saldırılarını konuşuyoruz. Çocuklar, kadınlar yani sivillerin de öldüğü hava saldırıları söz konusu. Hamas’ın da Gazze’den İsrail’e roket saldırıları devam ediyor. İsrail’de de iki sivil hayatını kaybetmiş, son aldığım haberlere göre. Dolayısıyla şiddet yeniden tırmanıyor. Bu noktaya biz nasıl geldik? Türk Dışişleri bugün bir açıklama yaptı ve İsrail bunu bu noktaya getirdi dedi. Gerçekten de Cuma akşamı Mescid-i Aksa’da ibadet edenlere yönelik İsrail güvenlik güçlerinin müdahalesi bardağı taşıran son damla gibi gözüküyor, öyle mi? Arka planında neler var?

FEHİM TAŞTEKİN: Üç kritik gelişme ya da olay çakıştı. Bu da olayların ciddi bir şekilde gelişmesine etkide bulundu. Bir kere Ramazan nedeniyle Müslümanların Harem’üş Şerif’e gidişleri yoğunlaştı. İsrail da önlemler aldı. Ayrıca Yahudiler de Kudüs Günü kutlamaları nedeniyle Harem’üş Şerif’e girebilirler diye Filistinliler de karşı önlemler aldılar. Bu gerilimleri bir şekilde tetikledi. Mescid-i Aksa, Harem’üş Şerif etrafında böylesine bir gerilim varken dört Filistinli ailenin Şeyh Cerrah’ta evlerinden atılması yönünde İsrail mahkemesinden çıkan bir karar var. 2 Mayıs’ta bu karar çıktı ve 6 Mayıs’a kadar Filistinlilere evlerini terk etmeleri için süre verildi. Bunlar çakıştı. Trajik görüntüler oluştu. Filistinli ailelerin evlerinden atılması yönündeki polis şiddetine yerleşimci şiddeti eşlik etti. Sonuçta Filistinli örgütlerde bir deklarasyonda bulundu, sadece Hamas değil diğer örgütleriyle birlikte, Mescid-i Aksa’nın içine kadar giden polis şiddetinin olduğu bu duruma son verilmesi, İsrail güçlerinin Harem’üş Şerif’ten çekilmesi için süre tanındı. Aynı koşul Şeyh Cerrah için de geçerli. Bu koşullar yerine getirilmeyince Gazze’den saldırıları başladı. İsrail de şimdi buna yanıt veriyor. Bir döngü sürekli tekrarlanıyor. Bir tarafta işgal ve işgalin sürekli genişletilmesi; Arapsızlaştırma, mülksüzleştirme siyaseti; buna yerleşimci terörünün eşlik etmesi; Filistinlilerin de buna direnç göstermesi şeklinde bir döngü tekrarlanıyor. Son olaylar da onlardan birisi, ne eksik ne fazla, nedenleri hemen hemen aynı.

IŞIN ELİÇİN: Önce belki Kudüs üzerine konuşmamız lazım. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin ilerleyişi sürekli haber olurdu eskiden. Yıllardır yasadışı, uluslararası hukuk dışı olarak kabul edilmekle birlikte bu böyle devam edegeldi. Bir şekilde alanda yaratılmış bir durum var; nereye gelmişti yakın bir zamanda, İsrail’in işgal ettiği toprakların ilhakının konuşulduğu noktaya gelmişti. Ama Kudüs özelinde, Kudüs daha çok özel statüsüyle, kutsal mekânlarıyla konuşulan bir kent oldu. Ama aynı şekilde aslında İsrail nasıl Batı Şeria’da nüfus dengesini en azından kendi kontrol ettiği topraklarda Yahudiler lehine değiştirmek istiyorsa, senin söylediğin gibi Filistinlileri mülksüzleştiriyorsa bu süreç Kudüs için de geçerli, özellikle Doğu Kudüs için geçerli. Ve tabii Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Kudüs’ü de içine alacak şekilde tüm Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış olması de facto olarak onay oldu. Kudüs’ü de Filistinsizleştirmek, Arapsızlaştırmak projesi; o bir başlangıçtı, biraz anlatır mısın arka planı?

FEHİM TAŞTEKİN: 1967’de Doğu Kudüs işgal edildikten sonra İsrail ‘Birleşik Kudüs’ planını yürürlüğe koydu ve adım adım bugüne gelindi. Mesela 1970’de çıkardıkları Hukuki ve İdari İşler Yasası çerçevesinde Doğu Kudüs’te 1948 öncesinde güya İngilizlerin sürdüğü Yahudilerin geri dönmesine, mülklerine kavuşmasına imkân verildi. Yasa özü itibariyle Filistinlileri Doğu Kudüs’ten azaltma, Doğu Kudüs’ün Yahudi karakterini güçlendirme yönünde İsrail’in kendi iç sisteminde yasal bir zemin oluşturuldu. İsrail durumu hukuki bir tartışma gibi sunmaya çalışıyor. Başbakanın, Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarında bu vurgu var. Fakat sonuç itibariyle işgalin sürekliliğini sağlayan bir mekanizmadır. Filistinlilere bakan tarafıyla bu tamamen Doğu Kudüs’ün Filistinlilerden arındırılması operasyonudur. Hem İsrailli insan hakları örgütleri ya da uluslararası örgütler bunları apartheid uygulaması ya da etnik temizlik olarak nitelendirebiliyorlar. Bana göre de bu böyledir. Bir başka şey daha: O da 1950’de çıkardıkları yasa; Sahipsiz Mülkler Yasası. Aslında 1947-1949 arasında 750 bin Filistinli topraklarından sökülüp atıldı. Onların bıraktıkları toprakları gasp eden ve oralara Yahudileri yerleştiren bir yasa bu. Buralardan çıkarılmış Filistinlilerin mülkleri hiçbir şekilde geri verilmiyor. Çok çarpıcı şeyler var. Bugün Doğu Kudüs’te Şeyh Cerrah’ta olan olay şu: Batı Kudüs’ten, Yafa’dan ya da başka yerlerden çıkarılmış bazı Filistinliler buraya yerleştirildi. O zaman kontrol Ürdün’deydi. Bu yerleştirme çok büyük değil, topu topu 28 aileden bahsediyoruz. Bunlar BM ile yapılan anlaşma çerçevesinde oraya yerleştirildi. Bu ailelerle sözleşmeler yapıldı. İsrail’in de önceki tutumu bu anlaşma ve sözleşmeleri kabul ettiği yönündeydi. Sonradan birden bire fikir değişti ve işi yerleşimci şirketlere verdiler. Yerleşimci şirketler dediğimiz işgal altındaki topraklarda yasadışı yerleşim yerleri inşa eden şirketler. Uluslararası alandan çok ciddi paralar geliyor, maddi olarak çok güçlüler, İsrail yasaları bunlara her türlü desteği veriyor.

IŞIN ELİÇİN: Sözüne kestim, sadece bu şirketlere örnek olarak söyleyeceğim; İngiltere’de Chelsea’nin (Futbol Kulübü) sahibi Abramoviç’in bu şirketlerden birine para aktardığını The Guardian gazetesi geçen yıl özel haber olarak yapmıştı. Mesela, bir örnek olarak söylüyorum…

FEHİM TAŞTEKİN: Evet, Abraham Anlaşmalarının mimarı, yürütücüsü Trump’ın damadı Kushner’in ailesi de bu yerleşimci kurumların en önemli finansörlerinden birisi. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Bahsettiğim bu süreç hiçbir zaman kesilmedi. Bu aileler Osmanlı Arşivleri’nden tapu belgelerini çıkardılar ama İsrail mahkemesi bunlara sahte deyip geçti, kabul etmedi. Ve senin bahsettiğin Amerika’nın tutum değişikliği, 2018’de Trump’ın Kudüs’ü bölünmemiş halde İsrail’in ezeli-ebedi başkenti olarak ilan edip büyükelçiliği buraya taşıması elbette İsrail’in bu politikaları için bir ödül oldu, tam anlamıyla; zaten her şey Amerikan desteğiyle oluyor ama bir şekilde iki devletli çözüm perspektifi vardı, Amerikan yönetimlerinin de siyasetine uygun bir barış anlaşmasıydı, Oslo’da sonuçta kağıda döküldü. Bundan da geri adım atan ve İsrail’in Kudüs üzerindeki hakimiyetini perçinleyecek bir Amerikan desteği ortaya çıktı. Büyük bir cesaret verdi haliyle. İbrahim (Abraham) Anlaşmaları ile de Arap ülkelerinden birkaçıyla ilişkilerini normalleştirmesi de hakeza Filistin davasını yaraladı. Filistinliler bir şekilde yalnızlaştırıldılar. Bu rahatsız içinde İsrail yoluna devam ediyor. Bu patlama İsrail’in uluslararası toplumu umursamamasından; uluslararası toplumdan her hangi etkili baskı mekanizması üretilmemesinden kaynaklanan bir rahatlığa dayanıyor. Fakat bu yalnızlaşma, Filistin’in kendi içinde Filistinlilerin davalarına ilgisini azaltmadı, kesmedi.

IŞIN ELİÇİN: Aslında uluslararası tepkilerin de bugüne kadar çok da anlamı olmadı. ABD eğer herhangi bir şekilde İsrail’e belli konularda baskı uygularsa, bugüne kadar, o da her uyguladığı baskı karşılık bulduğu için değil ya da o baskıyı İsrail’e danışıklı dövüşle yaptığı için hayata geçirilebildi, onun dışında fazla bir şey yapılamıyor İsrail’e. Türkiye şimdi biraz ön aldı, biraz Türkiye’yi de konuşmak istiyoruz, tam da Arap coğrafyasında dargın olduğu ülkelerle barışmayı umarken bu olaylar oldu. Bunlar bu süreci nasıl etkiler? Ama istersen bir de Filistinlilerin içindeki duruma bakalım. Şimdi bir seçim yapılacaktı, o seçim yapılamadı. Filistinlileri yalnız bırakan sadece uluslararası toplum değil sanırım. Kendilerini, en azından Kudüs’te gördüğümüz gençleri İsrail’in vatandaşlığına sahip Filistinlileri dahil edersek, çünkü onlar da güçlü şekilde katıldılar, özellikle Kudüs’te, Şeyh Cerrah’taki protestoları, onlar için de bir yönetimsizlik, lidersizlik var. Hamas da oy alabilir gücü var ama o gençlerin Hamas destekçisi olduklarını düşünmüyorum.

FEHİM TAŞTEKİN: Kudüs’teki ve Batı Şeria’daki direnişler önemli ölçüde dinamizmini gençlerden, çocuklardan ve kadınlardan alıyor. Ve bu kuşak liderlerinin geçmişte İsrail’le kurdukları ilişkilerden hatta liderlerin kendi iç kavgalarıyla Filistin davasının içeriğini boşaltmalarından bağımsız olarak hiçbir şekilde onlardan etkilenmeden direniyorlar. İlginç bir durum ve bütün dünya bunları izliyor. 7-8 yaşlarında çocuklardan 14-17 yaşlarında gençlere kadar insanlar direnç gösteriyorlar, direniyorlar. Liderler bunların gerisinde kaldı, kendi meşruiyetlerini tamamen kaybetmemek için tepki veriyorlar. Bu tepkilerin çok da yönlendirici olabildiğini zannetmiyorum. Burada İsrail’in rahat davrandığını anlatırken Amerikan desteği, uluslararası toplumdaki yetersizlik ya da isteksizlik, bir tarafta Arap dünyasında İsrail’le barışma çabaları ya da süreçlerinden bahsettik; bunların Filistinlilere yansımaları da var kuşkusuz. Sonuçta Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi kredisini, kontrolünü çok fazla yitirdi, artık İsrail’in izin verdiği kadar nefes alan bir müdüriyet gibi algılanır hale geldi. Amerikan yönetimi bir ara hiç muhatap almadı. Galiba son olaylar nedeniyle Biden Abbas’la görüştü. Öncesinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği blok da kendi oyunlarını oynadılar. Biden ile birlikte yeni dönemde ABD ile İran arasında diyalog süreci başladı; İran Filistinlilere en somut desteği veren ülkeydi öteden beri; İran şu anda Amerikalılarla müzakere ile meşgul. Başka bir şey Filistinliler üzerinde etki eden iki önemli mekanizma vardı: Abraham Anlaşmaları süreci o mekanizmaları zayıflattı. Birisi Mısır’ın konumu, diğeri de Ürdün’ün konumu. Şimdi Amerikan yönetimi ve İsrail sanki Filistin meselesi bu iki ülkenin dışında yürütülebilecek mevzuymuş gibi oturup Körfez ülkeleriyle pazarlık yapmaya çalıştı. Mısır ve Ürdün’ün buradaki ağırlığını altını oydular, bilerek ve kasten yaptılar. Fakat kendileri de bugün bu ağırlığa muhtaç hale geliyorlar. Çünkü Hamas’a baskı yapacaklar, kim yapacak? Eskiden Mısır yapardı. Batı Şeria’ya konuşmada Ürdün’ün etkin olduğunu biliyoruz. Sükûneti sağlamak için bir tarafta İsrail üzerinde ABD, diğer tarafta Filistinliler üzerinde Mısır devreye girer, geleneksel olarak öyledir. Bu mekanizmalar zayıflatıldı. Bugün itibariyle hala operasyonun genişletilmesi ihtimalini konuşuyoruz. Filistinli liderler ve tünellere yönelik operasyonun genişletilmesinden bahsediyorlar ama bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Her seferinde Gazze’nin yerle bir edildiği bir süreçtir bu; tünelden başlayıp bütün Gazze’yi cehenneme çeviren bir savaştır, bu tekrarlanıyor.

IŞIN ELİÇİN: Evet, Mısır’dan açıklama vardı; Mısır Dışişleri Bakanı ‘Biz araya girmeye çalışıyoruz ama İsrail’den muhatap bulamıyoruz bu sefer, İsrail ciddiye almıyor ya da yanıtlamıyor bizi’ gibisinden. Gazze’den, Hamas’tan açıklamalar var; benim okuyabildiklerimi söylüyorum, sürekli saat be saat değişiyor, devam ediyor İsrail’in hava saldırıları, Gazze’nin de roket saldırıları, böyle karşılıklı. Tabii ki İsrail hem de bahane ediyor, sivilleri kullanıyorlar diye. Gazze küçücük bir yer ve de koskoca binaları indiriyorlar; az önce 12 katlı bir apartmanı yerle bir ettiler. Mümkün değil bunun sivil yerleşim yeri olmadığı iddiasında bulunmak, Hamas lideri hedeflendi diye. Şimdi şunu sormak istiyorum: Türkiye şu anda en güçlü, en sert ve ilk açıklamaları yapan ülkelerin başında oldu. Hep böyleydi. Filistin konusunda ilk defa baktığımız zaman Türkiye’de bir sürü konuda hiç kimse hiçbir şekilde anlaşamıyor ama Meclis’ten beş parti birden; HDP’si, İyi Parti’si, CHP’si, MHP’si, AKP’si hepsi hep beraber Filistin’le ilgili güçlü bir kınama açıklama çıkabiliyor; Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına bakıldığında meseleyi gayet yerinde ifade ediyor; “Bu noktaya getiren İsrail oldu gibi bir açıklama; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel açıklamalarını, sert sözlerini söylemiyorum ama yani bir yandan da Türkiye, İsrail’le barışmaya çalışan bir ülkeydi. Bir yandan Arap ülkeleriyle, Mısır’la, Suudi Arabistan’la barışmaya çalışıyor. Bütün bu olaylar Çavuşoğlu’nun Suudi Arabistan gezisine denk geldi, hemen Mısır’la görüşmelerin arkasından. Nasıl bir yankı ya da etkisi oluyordur bu olayların Türkiye’nin Arap coğrafyası ve İsrail’le barışma çabalarına? Bir de tam tersi bu olaylar Türkiye’yi nereye itecek?

FEHİM TAŞTEKİN: Söz Türkiye’den açılınca senin bahsettiğin konuya geçmeden bir şeyi vurgulama gereği duyuyoruz. Filistin mevzusu Ak Parti hükümeti tabanı açısından başından itibaren kullanışlı bir mevzu. Sadece AKP hükümetinden bahsetmiyorum, birtakım Arap ülkeleri için de söylüyorum, herkesin kirli ellerini bir şekilde yıkadığı bir kap gibi Filistin mevzusu, vicdan rahatlatması diyebileceğimiz bir durum var. Mavi Marmara olaylarını hatırlatmaya gerek yok, herkes buradaki çelişkileri biliyor. Kuşkusuz önceliği Mısır’a ve diğer Arap ülkelerine vereceklerdir, İsrail’i biraz daha bekleteceklerdir. Yani normalleşme sürecinden bahsediyorum. İsrailli bir bakan gelecekti Antalya’daki diplomasi konferansına, hemen daveti geri çektiler. Çok da önemli değil, İsrail bundan dolayı gücenmeyecektir. Türkiye’nin de ileri bir adımmış gibi geri çekemeyeceği bir önlem değil. Bunlar önlem bile sayılmaz daha doğrusu, tepkiler daha çok lafta kalan tepkiler. İsrail’le ticaretin artarak devam ettiğini, Mavi Marmara olayının dahi bunu etkilemediğini biliyoruz. Şimdi bu olay Türkiye’nin diplomasi alanındaki kuşatılmışlığını biraz yarmasına yardımcı oluyor ve Erdoğan hızlı bir şekilde çok sayıda liderle görüştü. Yani bir anlamda kendi diplomasi tecridini bu Gazze mevzusu, Kudüs mevzusu vesile ederek de aşmış oluyor. Böylesi Türkiye’nin dış ilişkilerine yansıyan bir tarafı var. Çok kalıcı bir etki getirir mi? Hayır getirmez. Herkes Türkiye’nin Filistin’le ilgili çabalarını biliyorlar, çapını ve ne kadar ciddiyet arz ettiğini de biliyorlar, 18-19 yıldır bu konuda epeyce bir tecrübe var. Normalleşme ihtiyacı, geçen programlarda da konuştum, Libya’da, Doğu Akdeniz’de enerji denkleminde epeyce zor durumda, bu döngüyü kırmak için Mısır’la başlayıp daha sonra Körfez ülkeleriyle bunu genişleterek bir anlamda bölgenin yeni denge arayışında yer almak istemiyor. Çünkü bir süreç var, bunun dışında kalmak tecrit halinin daha fazla büyümesi demektir. İran’la Amerika arasında yeni bir diyalog süreci var, Suudi Arabistan da buna sessiz kalamadı; İran-Amerikan gerilimi düşerken kendisi İran’la gerilim sürecini sürdüremeyeceğinden Bağdat’ta iki ülke arasında bir görüşme oldu. İkincisini gerçekleştirecekler. Ve Suudi Arabistan Savunma Bakan Yardımcısı bugün Bağdat’ta. Önemli bir ziyaret. İran’la ilişkiler açısından yeni bir altyapı hazırlığı olarak değerlendirilebilir. Bölgede yeni bir dizayn varken Türkiye bunun dışında kalamayacak. O yüzden Mısır’la başladılar. Mısır’ın koşulları ne kadar karşılanacak? Mısır’ın istediği yönde bir politika değişiği olacak mı?  Şu anda bunu merakla bekliyoruz. Ama Türkiye çok olumlu mesajlar vermekte ısrar ediyor. Mısır daha ketum, daha az konuşan, her şeyin hızlı değişeceği yönünde herhangi bir ümit vermeyen soğukkanlı bir politika izlerken Türk tarafı sonuç alınmış ya da alınacakmış gibi bir tablo ile hareket ediyor. Suudi Arabistan, Emirlikler ve diğer komşular blok halinde Mısır’ın Türkiye ile normalleşmesinden ne çıkacağını bekliyor. Somut olarak ne olacak, bunu görmek istiyorlar. Erdoğan bunun kontrollü adım mekanizma ile gelişmesine fırsat vermeden hemen Ramazan bayramını vesile ederek Suudi kralını aradı. Henüz bayrama çok vardı. Suudi Arabistan’da asla idrak edilmeyen hatta bidat sayılan kandil gecesini vesile yaptı. Garip tabi bu. Diplomasi açısından iyi düşünülmüş bir şey değil ama bu önemli değil, bu bahaneyle Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun pazartesi Riyad’a gitmesinin önü açıldı. Bugün ikinci gün. İlginç bir şekilde kiminle görüşüyor, kim karşılıyor, ne konuşuyorlar hiçbir şey yok. Anadolu Ajansı Bakan’ın giderken yaptığı açıklamanın ötesinde haber geçmedi. Bu kadar önemli bir meselede sessizlik var. İki gündür bakan orada haber yok. Kimseden haber çıkmıyor. Bir şeye işaret ediyor; sadece bir temas var ve ortada somut bir şey gözükmüyor. Olsa zaten büyük puntolarla karşımıza çıkaracaklardır. Bir çakışma da var, Katar Emiri Riyad’da.

IŞIN ELİÇİN: Veliaht Prens tarafından ilk önce Cidde’de ağırlanmış.

FEHİM TAŞTEKİN: Evet, evet, ben de öyle anladım. Cidde’de veliaht prensle görüştükten sonra Riyad’da kralla görüşecek. Eğer bugün yeni bir gelişme olduysa bilmiyorum ama akşamki haberlerden aklımda kalan bu. Katar’ın Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde olumlu bir rol oynama hevesini biliyoruz. Ama Suudi Arabistan’ın buna ihtiyacı yok. Yani Katar’ın arabuluculuğuna ihtiyaç yok, buna gerek duymayacaklardır. Bu yüzden de Davutoğlu’na ne söyleyecekleri önemli.

IŞIN ELİÇİN: Davutoğlu dedin biliyorsun değil mi?

FEHİM TAŞTEKİN: Aaa Davutoğlu dedim özür dilerim.

IŞIN ELİÇİN: Çavuşoğlu diyecektin…

FEHİM TAŞTEKİN: Umarım bu ilk deyişimdir, daha önce de Davutoğlu dedim mi Çavuşoğlu yerine?

IŞIN ELİÇİN: İlk kez söyledin, şu anda ilk kez.

FEHİM TAŞTEKİN: Ne kadar aklımızda yer ettiyse, bir türlü zihin altından çıkmıyor. Şimdi Çavuşoğlu’na ne diyecekleri önemli. Hakikaten bilmiyoruz. Önceki tepkiler belli konularda çok kararlı olduklarını gösteriyordu. O tepki neydi? Erdoğan, Çavuşoğlu yumuşatıcı mesajlar verdiler. En son İbrahim Kalın önemli bir açıklama yaptı ve Arapların da dikkatini çekti. Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak Türkiye’nin Suud mahkemesinin verdiği kararı kabul ettiğini söyledi. Bir U dönüşü, önemli bir taviz. Çünkü uluslararası mahkeme kurmaktan bahseden Ankara’nın tanımadığı bir kararı tanıması önemli bir taviz. Arap gazeteler hemen buna dikkat çektiler. Fakat üzerinden birkaç gün geçtikten sonra buna yanıt, Türk okullarının kapatılması kararının resmen iletilmesi oldu. Demek ki güzel laflarla bu işler yürümüyor. Daha somut işbirliği ya da adımlar bekleniyor. Suudiler haklı anlamında demiyorum ama Türkiye’nin dış ilişkilerindeki tutarsızlıklardan kaynaklanan çok sayıda kopuş yaşandı. Kaşıkçı olayının başından itibaren Türkiye’nin dış ilişkilerinde ciddi bir yüke dönüşeceği biliniyordu, tahmin edilebilen bir durumdu. Maalesef Türkiye zor durumda U dönüşü yapan, sürekli taviz veren ülke durumuna düştü.

IŞIN ELİÇİN: Evet Mısır, Suudi Arabistan, her yerde taviz vermek durumunda kaldı. Dış politikada herkes çıkarlarını düşünür ve bazı şeyleri tepki gösterse de belli tonun üzerine çıkmadan ideolojik tavrını katmadan o durumla ­bir şekilde baş eder. Biraz öyle bir durum var. Mısır’da da Sisi’yi eleştiren sadece Türkiye değildi ama ‘Rabia’ işaretini iç kamuoylarında bir slogana dönüştürmediler mesela.

FEHİM TAŞTEKİN: Bu Filistin için de geçerli. Filistin için de esaslı tepkiler veren insanlar var. Mesela Jeremy Corbyn. Amerikan Kongresi’nde önemli isimler var, en azından 5-6’sını tanıyoruz. Son olaylarla ilgili etnik soykırım suçlaması yapan kongre üyeleri bile var. Bu bir üslup ve diplomasi meselesi. Bir de haklı bir davayı iç siyasette kullanmama prensibi. Bu prensip maalesef Türkiye’de izlenmiyor. İzlenmediği için de Türkiye’nin bağırmaları etki etmiyor. Eskiden büyük olaylar olurdu, manşetlere çıkardı, artık kimse umursamıyor. Filistin mevzusu ile yakından ilgilenen insanlar Türkiye’nin ikiyüzlü politikaları yüzünden soğudular. Çok insan tanıyorum, verebilecekleri tepkileri artık vermemeye başladılar.

IŞIN ELİÇİN: Mısır ziyareti öncesi Dışişleri Libya’ya gitti. Mısır’daki görüşmelerin çok iyi atmosferde geçtiği söylendi ama içeriği öğrenemedik. Hemen arkasından Suudi Arabistan geldi. Bunlar hep birbiriyle ilişkili olsa gerek. Suudi Arabistan’da Türkiye beklediği ilgiyi göremedi. Bunların ilişkisini de biraz analiz edersen öyle bitirelim programı… İç içe geçmişlik biraz ilginç, birini çözmeden diğerini çözemiyorsun ama başlangıcı da bir türlü yapamıyorsun.

FEHİM TAŞTEKİN: Libya’da iş şeye geldi, bir şekilde Mısır’la ortak çalışma zorunluluğu doğdu. Çünkü Mısır çok sert tepki gösterdi, hızlı hareket etti, Trablus’ta elçiliğini açma yönünde harekete geçti, yeni hükümetle çok iyi ilişkiler geliştirdi, Türkiye’nin bir adım önüne geçer bir durum oluştu. Mısır’a gittiklerinde önkoşulun ne olacağını çok iyi biliyorlardı. O da Türkiye’nin Libya’da askeri olarak kalıcı hale gelmemesi, askerlerini ve Suriye’den taşıdığı milisleri çekmesi. Bu açık söylenmeyen ama medya üzerinden dillendirilen bir önkoşul. Mısır’la ilişkiler normalleşecekse Libya’da Türkiye’nin politika değişikliğine gitmesi istiyorlar. Türkiye de çetin ceviz olduğunu, Libya’da ne kadar iddialı olduğunu göstermek için Mısır ziyaretinden hemen önce büyük bir çıkarma yaptı. Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanı, dört ağır top gittiler oraya, hükümetle görüştüler. Bu bir boy gösterisi idi. Çıtayı yükseltmek, pazarlığı iyi bir yerden başlatmak gibi geldi bana. Mısırlılar bundan çok rahatsız oldular. Tabi ki iş şeye de geliyor, seçim süreci var, kritik bir süreç, uluslararası aktörler yabancı güçlerin çekilmesi çağrısı yapıyor. Böylesi bir süreci kurtarmak herkes için çok önemli. Kurumların birleşmesi, bölünmüş orduların birleşmesi, milislerin zapturapt altına alınması lazım. Bütün önemli bir süreçte Türkiye kavganın tam ortasına oturdu. Olumsuz bir şey bu. Daha da enteresanı Libya Dışişleri Bakanı (Menguş), Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında bütün yabancı güçlerin çekilmesi konusunda Türkiye’ye işbirliği çağrısı yaptı. Bu şunu gösteriyor: Artık Libya’daki mutabakat hükümeti, bundan sonra seçimle belirlenecek parlamento, ona göre oluşacak hükümet Türkiye ile koordineli olmayacak. Bölünmüş/çeşitlenmiş bir Libya olacak. Yani üç bakan lehte ise üç bakan aleyhte olacak. Böylesi bir dönemde içerden itirazlar geliyor ve Türkiye açısından tabloyu olumsuzlaştırıyor. Türkiye’nin yaptığı anlaşmaların geleceğini iyice belirsizleştiriyor fakat daha da önemlisi o çıkıştan sonra Dışişleri Bakanı Türkiye’nin desteklediği gruplar tarafından hedefe konuldu. Onun Hafter yanlısı olduğuna dair eski konuşmalarını gündeme getiriyorlar. Bir de bu arada istihbarat başkanı değiştirildi. Bu yüzden Başkanlık Konseyi’nin bulunduğu otel basıldı. Şimdi bu içerde durumun nasıl yeniden kontrolden çıkabileceğini gösteriyor. Bu hükümetin de etkinliğini yok eden çeteleşmenin, mafyalaşmanın, rant alanları yaratmış silahlı grupların yarattığı tehlikenin ne kadar büyük olduğunu da gösteriyor. Türkiye bu süreçte başta türlü baskılarla karşı karşıya kalacak. Mısır’la, Arap ülkeleriyle normalleşme istiyorsa Libya’yı dışarda tutarak bunu yapamayacağını hükümetin anlaması gerekiyor. Libya ayrı kalsın, İsrail kenarda dursun, ben Mısır’la bir anlaşayım, sonra Mısır’ın koşulları ile Suudi Arabistan ve ötekilerin koşullarını karıştırmayalım, hepsini ayrı ayrı kompartımanlarda değerlendirelim; bu yürümeyecek. Bunu anladık. Libya’yı Mısır’dan, Mısır’ı Suudi Arabistan’dan ayrı bir dosya halinde ele almak fazla gerçekçi değil. Evet Ankara bunu böyle yapmak istiyor ama şu anda Arap coğrafyasının içinde bulunduğu siyasal gerçeklik buna uymuyor.

IŞIN ELİÇİN: Bitirirken bu soruyu sorarak koca bir başlık açmak istemiyorum ama sormak zorundayım. Çok kısaca yanıt verebilirsen, devamı bir sonraki programa kalsın eğer uzun yanıt vermen gerekiyorsa. Bugün eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la bir mülâkat yaptım. Seninle de yıllar önce beraber ağırlamıştık Yaşar Yakış’ı. Eski büyükelçilikleri arasında Suudi Arabistan ve Mısır da var, bölgeye hakim, Arapça da biliyor çok iyi. O şunu söyledi; Mısır’ın şartlarından biri olarak Suriye’den çekilme meselesinin de Türkiye’nin önünde olduğunu. Suriye’den çekilmeyi Suriye istiyor, Rusya istiyor diye konuşuyoruz ama Mısır için de Suudi Arabistan için de Suriye’deki askeri varlığın da problem olacağını ilk defa böyle bir netlikte söyledi, eğer dili sürçmediyse.

FEHİM TAŞTEKİN: Mısır’la ortak açıklamada yanılmıyorsam Irak ve Suriye meselesi de geçti. Daha önce Türk heyeti gitmeden hemen önce Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid Kahire’deydi. Oradaki ortak açıklamada da ilginç vurgu vardı; “Arap işlerinin bir Arap platformu içinde çözülmesi, dışarıdan müdahalenin önlenmesi konusunda işbirliği ve koordinasyonun yüksek düzeyde sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.” Bu ilginç. Bunun arkasında şu var. Daha önce Körfez ülkeleri İran’ı tehdit olarak algılıyordu özellikle. Son zamanlarda biraz İsrail-Amerikan koordinasyonu işin içine girince İran öngörülebilir tehdit ama öne çıkan tehdit Türkiye denildi. Bunun yansımaları her yerde karşımıza çıkıyor. Irak’ta Kürtlerle ilgili dosya Araplar arasında biraz farklı ele alınmaya başladı. Suriye’de hakeza. Suriye’de Türkiye’yi sorun olarak gören Arap bakışı giderek güçleniyor. Suriye’nin Arap birliğine döndürülerek bir şekilde bir Arapların kendi iç sorunu olarak çözülmesi yönünde bir girişim var. Suudi İstihbarat Şefi geçenlerde Şam’a gitti. Bir beklenti var; belki bayramdan sonra ilişkiler normalleşebilir. Bu önemli, birçok şeyi değiştirecek. Fakat Amerikalılar bunu önleyebilirler. Hemen böyle bir normalleşmeye karşı olduklarını açıkladılar. Arada Amerikan faktörü olmasa Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığına karşı Şam’la ilişkileri hızlı bir şekilde normalleştirebilirler. Niyet bu. Mısır da bunu önceden göstere göstere söylemiyordu ama son zamanlarda kendine güveni geldi ve Suriye’de biraz daha fazla inisiyatif almak istiyor. O yüzden Türkiye ile bunun pazarlığını yapmışlardır.

IŞIN ELİÇİN: Çok teşekkür ederim Fehim Taştekin. Herkes herkesle barışıyor haftasıydı geçen hafta, değil mi, Suudi Arabistan’la İran arasındaki görüşmeler kamuoyuyla paylaşıldı, iyi niyet gösterileri… Şimdi ise İsrail’in Filistin’e saldırıları başladı ve yeniden karışıyor gibi. Aslında bildiğimiz bir coğrafya, yani bunlar olur, değişmeyen ne var, onu söyle öyle bitirelim. Bazı sorunlar çözülmüyor Filistin meselesi çok uzun süre…

FEHİM TAŞTEKİN: Filistin mevzusunun unutulmayacağını, Filistin’in iç dinamiklerini sandıkları gibi çözemediklerini, Filistin davasının bitmediğini bu olaylar gösteriyor. Filistin’i Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs şeklinde birbirinden tamamen koparmak, etkileşimini bitirmek, bu davayı üç kompartıman içinde çözmek gibi bir İsrail-Amerikan yaklaşımının da çok işe yaramadığını görüyoruz. Fiilen bu coğrafyalar birbirinden koparılmıştır ama sonuç itibariyle Gazze-Kudüs birbiriyle davanın ortaklaşması şeklinde bir dayanışma sergilediğinde bundan çıkaracağımız sonuç, koparma planının davanın birliği-bütünlüğü anlamında şu anda işe yaramadığı sonucudur. Türkiye açısından baktığımız zaman, herkes Arap Baharı süreci ve şimdiki süreç dikkate alındığında belli tecrübelere sahip, herkesin kanaatleri oluştu. Erdoğan’a yaklaşanlar nasıl yaklaşılması gerektiğini biliyor. Arapların artık koşulları olacaktır. Böylesine bir ortamda yeniden dengeler kurulurken deneme-test mekanizmalarının çok işletildiği yeni bir süreç olacaktır. Hiç kimse peşin çalışmayacaktır.

IŞIN ELİÇİN: Fehim Taştekin çok teşekkürler. Sevgili izleyiciler size de teşekkür ediyoruz. İki hafta sonra yeniden görüşünceye dek hoşça kalın diyelim değil mi Fehim?

FEHİM TAŞTEKİN: Hoşça kalın, iyi akşamlar.

/Medyascope