Alptekin Dursunoğlu: ‘ABD’nin Bölgesel Düzeni Aşamalı Olarak Ortadan Kalkıyor’

Alptekin Dursunoğlu 11.06.2023 10:43:05

Alptekin Dursunoğlu’na göre Ortadoğu’da ABD düzeni aşamalı olarak ortadan kalkıyor. ABD’nin bölgedeki yıkıcı tarihine atıf yapan Dursunoğlu, Çin ve Rusya’nın denkleme girişiyle gelen değişime atıf yaptı. İran-Suudi anlaşması ve Körfez’de bölgesel deniz gücü hamlesini vurgulayan Dursunoğlu “2015 bunları söyleyene komplo teorisyeni denirdi” dedi.

ABD yönetimi gelişmekte olan ülkeleri Rusya Federasyonu ile ilişkilerini kesip yaptırımlar uygulamaya ikna edemezken, en dikkat çekici gelişmeler Ortadoğu’da yaşanıyor.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin arabuluculuğunda İran ile 7 yıl sonra diplomatik ilişkilerini tesis eden Suudi Arabistan Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünü sağladı, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı liderler zirvesinde ağırladı. İran ile Suudi Arabistan bu hafta elçiliklerini karşılıklı yeniden açtı. Bölgenin diğer büyük gücü Birleşik Arap Emirlikleri de paralel politikalar izliyor. İki ülke OPEC+’da Rusya Federasyonu ile birlikte hareket ederken, Çin’le ilişkilerini derinleştiriyor.

Bu hafta BAE’nin Körfez’de ABD öncülüğünde bulunan deniz gücünden çıktığı haberinin ardından İran, Suudi Arabistan, BAE ve Umman’ın Çin’in himayesinde Körfez’de ortak deniz gücü kurmak için hazırlık yaptığı anlaşıldı. Bu arada İran ordusunun da ‘Fettah’ ismini taşıyan hipersonik füze sisteminin tanıtılması da dikkat çekti.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın geçen ayki ziyaretinin ardından bu kez de Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesi dikkat çekti. Blinken’in özellikle İsrail ile Suudi Arabistan arasında uzlaşma sağlamaya çalıştığı haberleri de geliyor.

Ancak Ortadoğu’da Çin’in ismi daha fazla anılır olurken, ABD’nin nüfuz yitirdiği görüşlerine yol açan gelişmeler dikkat çekiyor. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Wang Wenbin, Körfez’deki donanma gücü girişimini doğrularken, "Bölge ülkelerinin dayanışma yoluyla kalkınma arayışlarını ve geleceklerini kendi ellerinde tutmalarını destekleyen Çin, bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasında olumlu ve yapıcı rol oynamaya devam edecek" vurgusu yaptı

Gelişmeleri Yakın Doğu Haber sitesinin kurucusu ve araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.

‘ABD’nin bölgesel düzeni aşamalı olarak ortadan kalkıyor’

Alptekin Dursunoğlu’na göre Çin arabuluculuğunda İran-Suudi normalleşme anlaşmasının ‘milat’ görülebileceği bir biçimde ABD’nin bölgesel düzeni aşamalı olarak ortadan kalkıyor:

“Çin’in arabuluculuğuyla İran ile Suudi Arabistan’ın normalleşme anlaşması yaptığı dönemdeki programımızda, ‘Bu anlaşma tıpkı Arap Baharı gibi bölgesel denklemde yapısal değişiklikler yaratacak bir milat olacak demiştim. Arap Baharı bölgede yıkıcı etki açısından milat olmuştu, bu ise bölgenin hayrına olabilecek yapıcı etkiler yaratacak bir milat olacak. Artık Amerika’nın bölgesel düzeni aşamalı olarak ortadan kalkıyor. Bunu söylediğimde büyük bir ihtimalle bazıları slogan attığımı düşünecek; ama program sonuna kadar dinlenirse slogan atmadığım, bir gerçekliği dile getirdiğim görülür.”

‘Eisenhower, İran bir gün Sovyetler ile bir araya gelirse yeryüzü NATO ve Batı için güvenli olmayacak demişti’

Dursunoğlu, ABD yönetimlerinin Ortadoğu’da 20’inci yüzyılda İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve özellikle Soğuk Savaş bitimine yakın 1980’lerden bu yana oynadığı rolün anımsanması gerektiğini vurguladı. Özellikle İran’da Musaddık darbesi ile tesis edilen hegemonyanın İslam Devrimi ile çöküşü sonrası çeşitli darbe ve rejim değişikliklerine atıf yapan Dursunoğlu, Amerikalıların Körfez bölgesine de Saddam sayesinde İran-Irak savaşıyla girdiğini anımsattı.

“İkinci dünya savaşı öncesinde bölge İngiltere ve Fransa’nın hakimiyeti altındaydı, Amerika’nın buradaki hakimiyeti, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yani Soğuk Savaş döneminde ortaya çıktı. İngiltere’nin çekildiği yerlere Amerika girmeye başladı. Bunlardan biri de İran’dı. İran’a Amerika somut olarak Ağustos 1953’te General Zahidi darbesi ile girdi. Ağustos 1953’te petrolü millileştiren Musaddık’a darbe yapıldı. Eisenhower’ın Amerikan başkanı olduğu dönemde, Kermit Roosevelt adlı CIA yetkilisinin yönettiği askeri darbeyle Musaddık devrildi, Şah yeniden iktidarını güçlendirdi Amerika da Şah ile birlikte İran’a hakim oldu. Eisenhower, 29 Kasım 1953’te İran’ın jeopolitik konumuna ve petrol zenginliğine değinerek, ‘Eğer İran bir gün Sovyetler ile bir araya gelirse yeryüzü NATO ve Batılı ülkeler için güvenli olmayacak’ demişti. Amerika, Şah yönetimiyle İran’a hakim oldu, Sovyetlere karşı soğuk savaş politikasını uygulamaya devam etti; ancak 1979’da İran İslam Devrimi ile Amerika, İran’dan kovuldu. İran’daki nüfuzunu sürdürebilmek için darbe yapmaya, rejim değişikliği yaratmaya çalıştı. Birkaç darbe ve askeri müdahale girişiminde de bulundu ama başarısız oldu. Nihayet imdadına Saddam Hüseyin yetişti, Amerika İran-Irak savaşı sayesinde, Körfez’deki petrol trafiği güvenliğini gerekçe göstererek bilindiği gibi Körfez’e girmeye başladı. Amerika’nın Körfez bölgesine girmesi 1980’lerden sonra oldu, yani savaş gerekçesiyle oldu.”

‘Tehdidin farkına varan sadece Hafız Esad olmuştu’

O dönemde ABD’nin Körfez’e ‘girmesinin yaratacağı tehdidin farkına varan tek liderin Suriye’nin eski Devlet Başkanı Hafız Esad olduğunu belirten Dursunoğlu, ancak diğer Arap liderleri nezdindeki girişimlerinin sonuçsuz kaldığını anımsattı:

“O dönemde bunun bölge için ne kadar büyük bir tehdit olduğunun farkına varan sadece bir lider vardı, o da Suriye’nin lideri Hafız Esad idi. Hafız Esad üç gerekçe öne sürerek savaşı durdurmak için bölgesel girişim başlattı. Birincisi Müslüman kanı dökülmesin diye ikincisi ‘Biz Araplar, Filistin meselesinden bahsediyoruz. İran’da İsrail yanlısı bir rejim devrildi; şu an Filistin’den yana bir devlet ortaya çıktı. Dolayısıyla Arap ülkeleri Filistin yanlısı bir İran’la savaşmamalıdır. Üçüncüsü ve en önemlisi de ‘Amerika bu savaş dolayısıyla Körfez’e giriyor, bu büyük bir tehlikedir’ diyerek Müşavir Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara’yı bölge ülkelerine gönderdi.

Faruk eş-Şara’nın hatıralarını okuduğumda gerçekten Arap dünyasının niye bu halde olduğunu bir kez daha fark etmiş oldum. Çünkü Arap ülkeleri Hafız Esad’in barış girişimi yerine Saddam’ı destekledi. Amerika’nın Irak savaşıyla İran’ı dize getirebileceği bir ortam oluşmadı.”

‘İran’a karşı bir Ortadoğu NATO’su kurulması da gündeme gelmişti’

Dursunoğlu, 2011’deki ‘Arap Baharı’ denilen sürecin de ABD için İsrail liderliğinde bir bölgesel düzen kurmak için muazzam bir fırsat yarattığını belirtirken, bu süreçte Suudi Arabistan’ın katkılarını anımsattı.

"Ancak 2011’deki Arap Baharı dediğimiz hareket Amerika açısından muazzam bir fırsat yarattı. Bu İsrail liderliğinde bir bölgesel düzen kurması için muazzam bir fırsattı. 2015’te Suriye felaket durumdaydı. İsrail’in savunma bakanı Moşe Yaalon, ‘Suriye artık omlet oldu, tekrar yumurta haline gelmez’ diyordu. Irak’ta IŞİD, hilafet devleti kurmuştu. Amerika’nın eski Savunma Bakanı Leon Panetta da bu savaşın 30 yıl süreceğin söylüyordu. Muhammed Bin Salman, Yemen’e karşı savaş başlatmıştı. Birkaç hafta içinde Yemen’i ele geçirmekten bahsediyordu. Yine 2015 yılında Suudi Arabistan kraliyet danışmanı Enver Macid el-Eşki ile İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold, Amerikan Dış İlişkiler Konseyi’nde ortak tehdit değerlendirmeleri yapıyordu. O dönemlerde ayrıca İran’a karşı bir Ortadoğu NATO’su kurulması için adımlar atılıyordu.”

‘Rusya’nın sahaya inmesi bütün bu denklemi bozdu’

Dursunoğlu, bundan kısa bir süre önce bugün yaşananların olacağını söyleyecek herhangi birisine ‘deli’ gözüyle bakılacağını vurguladı. Bugün gelinen Durumda Rusya’nın Suriye’de sahaya inmesinin büyük etkisine atıf yapan Dursunoğlu, bunun Suriye’nin yanı sıra, Irak’ta ve Yemen’deki tezahürlerine dikkat çekti. Dursunoğlu, Suudi Arabistan’ın özellikle ünlü Patriot sistemlerinin petrol tesislerini bile koruyamadığına tanıklık etmesinin altını çizdi:

“Şimdi, bir o dönemdeki atmosferi düşünün, bir de şu an yaşadığımız olayları düşünün. 2015’te bugün yaşananların olacağını söylesek herkes bize deli derdi. 2015’te bütün bu denklemi bozan, 30 Eylül’de Rusya’nın sahaya inmesi oldu. Rusya’nın sahaya inmesi bütün bu denklemi bozdu. Tam bu noktada Eisenhower’ın ‘İran ile Sovyetlerin bir araya gelmesi, Batı için yeryüzünü güvenlik olmaktan çıkaracak’ ifadesini hatırlayalım. 2019’dan itibaren direniş ekseni karşı bir denge yaratmaya başladı. Çünkü 2017’de Halep kurtarıldı, ardından çöl bölgesi Irak-Suriye sınırına kadar temizlendi ve geriye kala kala Fırat’ın doğusunda Amerikalıların bir de Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi bölgeleri kaldı. 2019’da ayrıca şunlar olmaya başladı; Suriye artık devrilme tehlikesinden kurtuldu. Öte yandan Yemen’deki Ensarullah Hareketi, ARAMCO tesislerini vurdu, bu Suudiler için olağanüstü bir şoktu. Çünkü milyon dolarlık Patriot'larla korunuyordu. Öte yandan Abu Dabi’yi vurdu. Böylece Birleşik Arap Emirlikleri’nin camdan bir kule olduğu bir kez daha ispat oldu. Bu gerçekten denklemde büyük bir değişiklikti. Irak’ta da Haşdi Şabi’nin zaferi oldu. Leon Panetta bu savaşın 30 yıl süreceğini söylüyordu. İran ve Haşdi Şabi güçleri 3 yılda IŞİD’in hilafet devletine son verdiler ve bu savaşı bitirdiler.”

‘Ukrayna savaşı, ise Eisenhower’ın kabusunu gerçekleştirecek bir milat oldu’

Rusya ile İran’ın hem stratejik hem de ekonomik açıdan muazzam işbirliğine dikkat çeken Dursunoğlu, bu denkleme Çin’in de katılmasına işaret etti. Dursunoğlu’na göre bugün İran-Suudi anlaşması da Esad’ın Arap zirvesinde ağırlanması da bu sürecin sonuçlarından sadece birkaçı:

“Ukrayna savaşı, ise Eisenhower’ın kabusunu gerçekleştirecek bir milat oldu. Evet şu an Sovyetler yok ama Rusya var, dolayısıyla Eisenhower’ın sözü birtakım küçük farklılıklarla gerçek oluyor. İran ile Rusya silah, stratejik ve ekonomik açıdan muazzam bir işbirliği içerisine girdiler. Aynı zamanda Çin de denkleme dahil oldu. Uzun bir süredir İran, Rusya ve Çin Umman Denizi'nde ortak askeri tatbikat yapıyor. Bu süreç şu an tanık olduğumuz gelişmeleri ortaya çıkardı. Arabistan’ın İran’la barış yapması, düne kadar Suriye’nin geleceğinde yeri yok denen Beşar Esad’ın 'Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ekselansları Beşar Esad' hitabıyla Arap Birliği’ne davet edilmesi ve son olarak Körfez’de kurulan bölgesel güvenlik ittifakı, bu gelişmelerden sadece birkaçı.”

‘MbS Çin’in arabuluculuğu ile İran ile ilişkilerini normalleştirmekte çok mantıklı bir hesap yaptı’

Dursunoğlu, Wall Street Journal’de 8 Mayıs’ta yazılan ve Batı perspektifinin tehdit algılarını ortaya koyan yazıya atıfta bulundu. Yazıda Rusya ve Çin’in İran ile ittifakının yanında İran’ın nükleer bir güce dönüşmesini destekledikleri iddiasına yer verildiğini aktaran Dursunoğlu, Suudi Arabistan’ın Tahran ile barışma hamlesinde de mantıklı bir hesabın rol oynadığı görüşünün öne çıkarıldığını kaydetti:

“CIA’nın eski İran uzmanlarından Reuel Marc Gerecht ile Amerikan Dış İlişkiler Konseyi Üyesi Ray Takeyh 8 Mayıs’ta Wall Street Journal’de (WSJ) bir yazı yazdı. Biz söylediğimizde slogan atmakla suçlandığımız şeyleri bu insanlar bu yazıda söylüyor. Yazının başlığı: “Rusya ve Çin, İran’ı nükleer güç olmaya teşvik ediyor. İran, Amerika’nın bıraktığı boşlukta zekice oynuyor.” Yazıda diyor ki, ‘Obama döneminde İran’ın artan nükleer faaliyetleri karşısında Amerika ve Avrupa’nın attığı adımlara Rusya ve Çin de destek veriyordu. O dönemde Amerika yaptırım uyguladığı zaman veya nükleer konuda İran’ı sıkıştırdığı zaman Rusya ve Çin’den herhangi bir itiraz gelmiyordu. Yazıda Ukrayna savaşını milat kabul ediyorlar ve diyorlar ki: Putin artık Amerika ve AB’nin liderliğinde bir dünya düzeni istemiyor. Çin de liberal demokratik ticaret sisteminin sorumlu bir hissedarı olmaktan vazgeçti. Özellikle Doğu Asya’da kendi reçetesini uygulamak ve Tayvan’a hakim olmak istiyor. Bu revizyonist ittifak İran’ın yalnızlığına son verdi. İran bu süreçler boyunca yalnızdı ama şu an artık Çin, Rusya ve İran adeta müttefik oldular. Bu ilişki de İran’ın yalnızlığına son verdi. Onlara göre Rusya ve Çin, artık İran’ın nükleer programını geliştirmesine engel olmuyor tam tersine İran’ı nükleer güç olmaya teşvik ediyor.

Yazı şöyle devam ediyor: Eskiden Amerika, Rusya’nın İran’ın nükleer güç olmasına karşı olduğundan emindi; şimdi Rusya ve Çin, İran’ı nükleer güç olmaya teşvik ediyor. Amerika İran’ın nükleer güç olmasına izin vermeyeceğiz diyordu. Eğer İran atom bombası yapar da nükleer güç olursa artık Amerika’nın Ortadoğu’daki bütün prestiji buharlaşır. Yani onlara göre yarın İran bir nükleer silah yaparsa, biz buna izin vermeyeceğiz deyip duran Amerika’nın artık hiçbir ağırlığı kalmayacaktır bu bölgede.

Yazı şöyle devam ediyor: Muhammed Bin Salman tedbirsiz veya acımasız biri olabilir; ama Çin’in arabuluculuğu ile İran ile ilişkilerini normalleştirmekte çok mantıklı bir hesap yaptı. Yazı, bunu da şöyle açıklıyor: Bin Selman İran’ın nükleer silah edinme kapasitesine ulaştığını anladığı için İran’ın dostlarına yakın durmaya çalışıyor. Yazı şöyle devam ediyor: Barış, güvenlik ve istikrar isteyen körfezdeki diğer emirlikler de büyük bir ihtimalle tavizler vererek aynı yolu izleyecek. Yazıda bu ifadelerle BAE, kastediliyor. Nitekim geçtiğimiz hafta içerisinde bu oldu. Birleşik Arap Emirlikleri Amerika’nın 20’den fazla ülkenin dahil olduğu güvenlik örgütünden çıktı ve İran ile bölgesel ittifaka katılıyor. Yazıda son olarak 'Ortadoğu, Amerika’nın olmadığı bir düzen kuruyor' deniyor.”

‘Amerika özellikle Körfez bölgesindeki kendi ifadesiyle güvenlik yaratıcı rolünü kaybetti’

Dursunoğlu ABD ve Britanya’nın İran’la ‘tankerlere el koyma’ kapışmasını anımsatırken, bu süreçte ABD’nin olup bitenleri izlediğini vurguladı:

“Şimdi buraya kadar söylediğimiz şeylerin ne ölçüde doğru olduğunun sağlamasını birtakım somut gelişmelerle yapalım. Amerika özellikle Körfez Bölgesindeki kendi ifadesiyle ‘güvenlik yaratıcı’ rolünü kaybetti. Peki bunu neye dayanarak iddia edebiliyoruz? Amerika bölgede ne için vardı? Bölgedeki tankerlerin güvenliğinin sağlanması için. Özellikle de kendisinin ve müttefiklerinin tankerlerinin güvenliği için. Şimdi hatırlayın İngiltere, birkaç yıl önce İran’a ait bir petrol tankerine el koymuştu. İran, buna karşı iki İngiliz tankerine el koydu. Yine yakın zamanlarda, İran Amerika’nın petrol tankerlerine el koydu, üstelik bu tanker Birleşik Arap Emirlikleri petrolü taşıyordu. İran bu tankerlere el koyarken Amerika olup biteni sadece izledi. Bunu Körfez’deki ülkeler de görüyorlar.”

‘Bugün İran’ın tezi gerçekleşiyor; İran’ın 80’li yıllardan beri öngördüğü bu bölgesel ittifak kurulmuş oluyor’

Dursunoğlu’na göre bugün Körfez’de bölge ülkelerinin donanma gücü kurmaya soyunmasında ABD’nin hareketsizliği rol oynarken, böylelikle İran’ın da bölgenin güvenliğini bölge ülkelerinin sağlamasını içeren tezinin gerçekleşmeye başladığının altını çizdi. İran’ın olağanüstü bir deniz gücü de bulunmadığını anımsatan Dursunoğlu, diğer yandan balistik füze teknolojisinin etkisine atıfta bulundu:

“İşte bu yüzden şu an İran’ın sözünü ettiği o bölgesel güvenlik ittifakı kuruluyor. Bu, İran deniz kuvvetleri komutanının geçen hafta açıkladığı ittifak, şu an bu ittifak şekilleniyor. Bu ne demektir? Artık, İran’ın 1980’lerden beri dile getirdiği şey gerçek oluyor. İran, “bölgenin güvenliğini, bölge ülkelerinin kendileri sağlasın. Bölge dışı güçler, körfeze güvenlik sağlama bahanesiyle, uçak gemileriyle falan girmesin” diyordu. Şu an bu gerçekleşiyor. Bu bahsettiğimiz, WSJ’deki o iki analistin sözleriyle ve bizim de aylar önce yaptığımız analizlerle doğrudan örtüşen bir gerçeklik. Bunu sağlayan şey, İran’ın olağanüstü deniz kuvvetleri gücü değil. İran’ın çok büyük bir deniz kuvvetleri falan yok. Uçak gemileri yok, Amerika ile boy ölçüşebilecek deniz kuvvetleri yok; ancak şöyle bir fark yaratıcı etkisi var: İran’ın hareketli hedefleri vuran özellikle de uçak gemilerine yönelik olarak tasarladığı balistik füzeleri var. Bu, gerçekten Amerikalıların tabiri ile oyun değiştirici bir etki, olarak sahaya girdi. Yani, İranlılar Amerikalıların ve İngilizlerin petrol tankerlerine el koyarken bunu büyük savaş gemileriyle falan yapmıyorlar, sürat tekneleri ile yapıyorlar. Amerikalılar sürat teknelerine karşı koyamadığı için mi cevap veremiyor, hayır mesele sürat teknesi meselesi değil. Çünkü onun arka planındaki füze gücünü biliyorlar ve Körfez'de İran ile hiçbir şekilde askeri çatışmaya giremeyeceklerini bildikleri için bu noktaya geliyorlar.

Dolayısıyla şimdi bölge ülkelerinde de şu kanaat oluşuyor: Demek ki ben artık burada güvenlik arayacaksam; eğer, bir sığınak arayacaksam, bu sığınak artık Amerika değil; çünkü Amerika’nın kendisine faydası yok. Zira Amerika’nın körfezde kendisine bir faydası olsaydı, kendi gemilerine İran’ın el koymasına engel olurdu. Dolayısıyla, Amerika’nın o 20-30 ülkenin katıldığı deniz ittifakı sona eriyor, onun yerine şu an İran’ın 80’li yıllardan beri öngördüğü bu bölgesel ittifak kurulmuş oluyor.”

‘Nereye gelindiği dikkate alındığında bunun çok ciddi bir değişim olduğu görülür’

Dursunoğlu, bugün olup biten tüm gelişmelerin anlamının açıkça bölgede ABD’ye rağmen yeni bir düzen kurulduğunu gösterdiğinin altını çizdi. Dursunoğlu bugün olanlar 2015’de söylenseydi ‘komplo teorisi’ denilip geçileceğini anımsattı:

“Son olarak şunu söyleyeyim, Suudi Arabistan ile İran’ın normalleşmesinden tutun da Suriye’nin Arap Birliğine tekrar kabulüne, Amerika’nın ısrarına rağmen Suudilerin petrol üretimini artırmamasına yani petrol fiyatlarını ucuzlatarak Rusya’ya ekonomik darbe vurmamasına, Emirliklerin Amerika’nın baskılarına rağmen Çin’le ilişkilerini artırmasına ve geçtiğimiz hafta gündeme gelen bu bölgesel deniz ittifakına kadar bütün bu gelişmeler şunu ortaya koyuyor: Bölgede Amerika’ya rağmen yeni bir düzen kuruluyor! Biz yeni bir düzen kuruluyor dediğimizde, yine birileri abartılı bulabilir; ama şunu hatırlayın, 2015’de bunların olacağını söyleseydik, herkes buna komplo teorisi derdi. 2019’da karşı denge yaratıldığında da söyleseydik yine böyle diyeceklerdi. Dolayısıyla hangi noktadan nereye geldiği dikkate alındığında bunun çok ciddi bir değişim olduğu görülür.”

Sputnik / Ceyda Karan